Atatürk'ün Özet Hayatı


1881’de Selanik’te doğdu. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Efendi’dir. Sırasıyla, Mahalle Mektebi, Şemsi Efendi Okulu, Selanik Mülkiye Rüştiyesi, Selanik Askeri Rüştiyesi, Selanik Askeri İdadisi, Harp Okulu ve Harp Akademisi’ne gitti. 1893 yılında Askeri Rüştiye’de okurken matematik öğretmeni tarafından adına “Kemal” ilave edilerek Mustafa Kemal adını aldı.
  • İzleyiciler

    Popüler Yayınlar

    Blog Arşivi

Kazım Karabekir

Atatürk’ün Çalışma Arkadaşlarından Kazım Karabekir Paşa’nın Hayatı...
Kazım Karabekir
1882’de İstanbul’da doğdu. Mehmet Emin Paşa’nın oğludur. İlköğrenimini İstanbul, Van, Harput ve Mekke’de tamamladıktan sonra, 1896’da İstanbul Fatih Askeri Rüştiyesi’ni, 1899’da Kuleli Askeri İdadisi’ni, 1902’de Harbiye Mektebi’ni ve 1905’te de Erkân-ı Harbiye Mektebi’ni bitirerek yüzbaşı rütbesiyle orduya katıldı.
İki yıllık kıta stajını Manastır’da yaptı. İttihat ve Terakki’nin Manastır örgütünün kurulmasına katıldı. 1907’de kolağası (önyüzbaşı) rütbesi alarak İstanbul Harbiye Mektebi, tabiye öğretmen vekilliğine atandı. İttihat ve Terakki İstanbul örgütünün kurulmasında görev aldı.
2. Meşrutiyet’ten sonra Edirne’de 2. Ordu, 3. Fırka (tümen) Erkân-ı Harfliği’ne (kurmaylığına) atandı. 31 Mart 1909 ayaklanmasında Hareket Ordusu’nda görev aldı. 1910 Arnavutluk ayaklanmasının bastırılması harekâtında çalıştı. 14 Nisan 1912’de binbaşılığa yükseldi.
Balkan Savaşı’nda Trakya sınır komiseri olarak görev yaptı. 1914’te kaymakam (yarbay) rütbesiyle Birinci Kuvve-i Seferiye komutanlığıyla İran ve ötesi harekâtıyla görevlendirildi. Bir süre sonra İstanbul Kartal’da 14. Fırka Komutanlığı’na atandı ve Çanakkale’ye gönderildi. Kerevizdere’de Fransızlara karşı 3 ay savaştıktan sonra miralaylığa (albay) yükseldi. Buradan, İstanbul’da 1. Ordu Erkân-ı Harbiye Başkanlığı’na, sonra Galiçya’ya gidecek ordunun ve ardından Mareşal Von der Goltz’un Erkân-ı Harbiye Başkanlığı’na atanarak Irak’a gitti.
1916’da Kutü’l-Amare’yi kuşatan 18. Kolordu Komutanlığı’na getirildi ve burayı aldıktan sonra Irak’ta İngilizlerle çarpıştı. 1917’de Diyarbakır’daki 2. Kolordu Komutanlığı’na getirildi ve Van, Bitlis, Elazığ cephelerindeki 2. Ordu Komutanlığı’na vekâlet etti.
1918’de Erzincan ve Erzurum’u Ermenilerden ve Ruslardan geri aldı. Ardından Sarıkamış, Kars ve Gümrü Kalelerini ve Karaköse’yi kurtardı. Aynı yıl Mirliva (Tümgeneral) oldu.
Mondros Mütarekesi sırasında sadrazam olan Ahmet İzzet Paşa’nın Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği (Genelkurmay Başkanlığı) önerisini kabul etmeyerek Anadolu’da görev almak istedi. Önce Tekirdağ’daki 14. Kolordu Komutanlığı’na, ardından da Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanlığı’na atanmasını sağlayarak Nisan 1919’da göreve başladı.
Hazırlıkları yapılan Erzurum Kongresi’nin toplanmasında önemli rol oynadı. Kurtuluş Savaşı’nda Edirne milletvekilliği ve Doğu Cephesi Komutanlığı yaptı. Ermenilerin eline geçen Sarıkamış, Kars ve Gümrü Kalelerini geri alarak 15 Kasım 1920’de Ermeni ordusunu kesin olarak yendi. Ermeni hükümetiyle Ankara hükümeti adına Gümrü Antlaşması’nı imzaladı.
Kars’ın alınmasıyla ferikliğe (korgeneral) yükseldi. Rus Sovyet Sosyalist Federe Cumhuriyeti ve Kafkasya hükümetleriyle Kars Antlaşması görüşmelerini yürüttü. Halk Partisi’nden ayrıldı. Kurtuluş Savaşı’nın bitiminden sonra 1. Ordu müfettişliğine atandı, 1923’te İstanbul milletvekili oldu. 1924’te, TBMM’deki Dörtler Grubu’nu destekledi. Ardından askerlikten ayrılarak Halk Fırkası’ndan istifa etti.
17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın başkanlığına seçildi. Parti 3 Haziran 1925’te Şeyh Sait Ayaklanması nedeniyle kapatıldı. Kazım Karabekir, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı yapılan İzmir suikastı ile ilgili görülerek bazı partililerle birlikte yargılandıysa da beraat etti.
Siyasi hayatına on iki yıllık aradan sonra, 6 Ocak 1939’da İstanbul milletvekili olarak devam etti. 1946’da TBMM başkanlığına seçildi ve bu görevde iken 26 Ocak 1948’de Ankara’da vefat etti.
Devamını oku...

Ali Fuat Cebesoy

Ali Fuat CEBESOY (1882-1968)
1882 yılında İstanbul’da doğdu. Babası TBMM hükümetinin ilk Nafia Vekili olan, Yozgat milletvekili Fazıl Paşa’dır.
Erzincan ve Beşiktaş Askeri Rüştiyelerini bitirdi. Liseyi Kadıköy Senjozef Lisesi’nde tamamladı. 13 Mart 1899’da Harp Okulu’na girdi. Bu okulda Mustafa Kemal ile sınıf arkadaşlığı yaptı.
10 Ocak 1902’de Harp Okulu’nu bitirdi. Kurmay sınıfına ayrılıp Harp Akademisi’ne devam ederek 11 Ocak 1905’te Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. 28 Haziran 1906’da 3. Ordu Kurmaylığı’na atandı. 20 Haziran 1907’de Kolağası (Yüzbaşı) rütbesini aldı. 13 Mart 1908’de 3. Süvari Tümen Kurmay Başkanlığı’na atandı. 9 Şubat 1909’da Roma Sefareti Ataşemiliterliği’ne tayin edilerek siyasi ve askeri hizmetlerde bulundu.
25 Kasım 1911’de Binbaşılığa yükseldi. 24 Haziran 1912’de Trablusgarp’a yapılacak silah ve cephane nakliyatı ile İtalya’nın kara ve deniz kuvvetleri için istihbarat toplamaya gönderildi. 1 Mart 1914’te Balkan Harbi’ndeki yararlıklarından ötürü Kaymakamlık (Yarbay) rütbesine yükseltildi. 14 Ekim 1914’te vekaleten 25. Fırka Komutanlığı’na getirildiyse de, 30 Kasım 1914’te asaleten bu göreve atandı. Bu görevde iken fırkasıyla önce Süveyş’e, Kanal Harekatı’na ardından Çanakkale Muharebelerine katıldı. Başarılarından dolayı 14 Aralık 1915’te Miralay (Albay) rütbesine yükseltildi. 29 Haziran 1917’de 20. Kolordu Komutanlığında görevlendirildi. Bu sırada Filistin’de taarruza geçen İngilizlere karşı başarılı oldu. Nitekim 21 Aralık 1917’de rütbesi Mirlivalığa (Tuğgeneral) yükseltildi.
Mustafa Kemal Paşa’nın Yıldırım Orduları Komutanlığı’ndan alınması üzerine, bir süre 7. Ordu Komutanlığı’na vekalet etti. 25 Şubat 1919’da 20. Kolordu Komutanlığı’na atanarak Konya’ya gitti. Karargahıyla 13 Mayıs 1919’da Ankara’ya geldi. 21-22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’ni imzaladı. 28 Ağustos 1919’da İstanbul Hükümeti tarafından azledildi. Görevini bırakmadı. 9 Eylül 1919’da Sivas Kongresi kararı ile Garbi Anadolu Umum Kuvay-ı Milliye Kumandanlığı’na tayin edildi.
Büyük Millet Meclisi I. Dönemi için yapılan seçimlerde Ankara Milletvekili seçildi. 11 Mayıs 1920’de İstanbul’daki Divan-ı Harp tarafından idama mahkum edildi. Bolu yöresindeki ayaklanmaları bastırdı. 25 Haziran 1919’da Garp Cephesi Komutanlığı’na tayin edildi. Aynı zamanda milletvekili sıfatı da üzerinde bulunmaktaydı. 9 Kasım 1920’de Moskova Büyükelçiliği’ne atandı. 16 Temmuz 1922’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Başkanlığı’na, 13 Aralık 1922’de TBMM İkinci Başkanlığı’na, 1 Mart 1923’te Geçici Başkanlığa 189 rey ile seçildi. TBMM II. Döneminde yine Ankara Milletvekili olarak Meclis’e girdi. 24 Eylül 1923’te Feriklik (Korgeneral)’e yükseltildi.
Atatürk’e yapılan İzmir suikastı ile ilgili görülerek, İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı. Ancak hakkında beraat kararı verildi. 15 Temmuz 1926’da tahliye edilerek Meclise döndü. Kasım 1927’de Ordu’da açığa alındı. 5 Aralık 1927 yılında emekliye ayrıldı.
10 Haziran 1933’te Konya’dan bağımsız milletvekili oldu. Daha sonraki dönemlerde yine Konya olmak üzere, Eskişehir ve İstanbul milletvekili olarak TBMM’de bulundu. 9 Mart 1943-7 Ağustos 1946 yılları arasında Münakalât Vekili (Ulaştırma Bakanı), 30 Ocak 1948-1 Kasım 1948 tarihleri arasında TBMM Başkanlığı görevlerinde bulundu. Ali Fuat Cebesoy, 10 Ocak 1968’de İstanbul’da öldü.
Almanca ve Fransızca bilen, hayatı boyunca elde ettiği başarılardan dolayı liyakat, nişan ve madalyalar ile ödüllendirilen Atatürk’ün silah ve çalışma arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’un “Sınıf Arkadaşım Atatürk”, “Siyasi Hatıralar”, “Milli Mücadele Hatıraları” gibi yayımlanmış bazı eserleri bulunmaktadır.
Devamını oku...

Salih Bozok

Salih Bozok (1881-1941)
1881 yılında Selanik’te doğdu. Mustafa Kemal’in hem mahalle hem de okuldan arkadaşıdır. Harp okulunu aynı yıl bitirdiler. Salih Efendi jandarma sınıfına seçildi, Mustafa Kemal ise akademiye devam ederek kurmay oldu.
Mustafa Kemal, milli mücadeleyi başlatmak üzere Anadolu’ya geçmeden önce ve Suriye Cephesi’nde bulunduğu sırada Salih Efendi’yi başyaver olarak yanına getirtti ve bundan böyle sürekli beraberlikleri yıllarca devam etti.
Mustafa Kemal’in yanında, Heyeti Temsiliye’de görevli olarak Ankara’ya giden Salih Bozok, Mustafa Kemal Meclis Başkanı iken Meclis Başkanlığı Yaverliği, Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçilince de Cumhurbaşkanlığı Yaverliği yaptı.
Yarbaylıktan emekliye ayrıldıktan sonra Mustafa Kemal’in yakınında kaldı. 1939 yılına kadar Yozgat ve en son olarak Bilecik milletvekilliği yaptı.
Atatürk’ün ölümü üzerine intihar girişiminde bulunan Bozok, doktorların zamanında müdahalesi ile hayatta kaldı.
İş Bankasının da kurucuları arasında yer alan Salih Bozok, sağlık durumundan şikayet ederek milletvekilliğinden istifa etti ve yerleştiği Yalova’da 1941 yılında öldü.
Devamını oku...

Rauf Orbay

Hüseyin Rauf Orbay (1881-1964)
1881 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, Milli Mücadele’de ve Cumhuriyet yıllarında önemli vazifelerde bulunmuş asker kökenli bir bürokrattır. Trablusgarp Valiliği ve Ayan Meclisi Üyeliği yapmış olan Kafkasya kökenli Aşharuva Mehmet Muzaffer Paşa’nın oğludur.
Deniz Harp Okulu’nu ve Mühendishane’yi 1899 yılında bitirmiş, Amerika, İngiltere, Almanya gibi dönemin önemli ülkelerinde çeşitli dış görevlerde bulunmuştur.
Trablusgarp ve Balkan Savaşları’na katılmış, deniz savaşlarında gösterdiği üstün başarılarından dolayı “Hamidiye Kahramanı” ünvanını kazanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nda İran ve Irak’ta Osmanlı Teşkilat-ı Mahsusası’nın bir görevlisi olarak bulunmuş, bunun üzerine yarbay rütbesine yükseltilerek Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı’na atanmıştır. İzzet Paşa kabinesinde Bahriye nazırlığı yapmış, Osmanlı Devleti’nin çöküş belgesi olan Mondros Mütarekesi’ni imzalayan kişi olmak zorunda kalmıştır.
Gönderildiği Malta sürgününden 1921 yılında döndükten sonra Milli Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçmiştir. Kendisine Nafia Vekilliği verilmiş, Bakanlıktan ayrıldığı yıl Meclis İkinci Başkanlığına seçilmiştir. 1922-1923 arasında bir kaç ay başbakanlık yapmıştır.
1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulunca, daha önce İkinci Grupta başlattığı muhalefetini bu toplulukta sürdürmeyi uygun bulmuştur. Parti, 3 Haziran 1925’de kapatılıp, yönetici kadro, 17 Haziran 1926’da Atatürk’e düzenlenen İzmir Suikastı ile ilgili görülerek yargılanmış, yargılama esnasında Avrupa’da bulunan Rauf Orbay 10 yıl hapse mahkum edilmiştir. Cumhuriyetin Onuncu yılı dolayısıyla 1933 senesinde çıkan umumi af ile cezası ortadan kalkmış ancak kendisi, “...benim asla ve hiçbir suretle en ufak bir cürümle dahi suçlu olmadığım için, ilan edilen aftan katiller ve şakiler gibi faydalanmayı düşünmem mümkün değildir” diyerek aftan istifade etmeyi reddetmiştir.
Ailenin reisi eniştesi Aziz Raşid Orbay’ın ölümü ve ailenin ısrarı ile 5 Temmuz 1935’te İstanbul’a dönmüş, kardeşi Safiye Orbay’ın Bebek’teki evine yerleşmiştir.
Atatürk’ün ölümünden sonra 1939 yılında TBMM’nin altıncı döneminde Kastamonu’dan milletvekili seçilmiştir.
Eski sürgün mahkumiyeti ile ilgili 12 Aralık 1940 tarihinde murur-u zaman bahanesiyle ele alınmayan mahkumiyetin haksızlığının tescil edilmesi için Milli Müdafaa Vekaleti aleyhine dava açmış, Askeri Temyiz Mahkemesi 23 Temmuz 1941 tarihli 1342 Esas sayılı kararı ile bunu tescil etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında 1942’de Londra Büyükelçiliği’ne getirilmiş, 1944 yılında bu görevinden kendi isteğiyle ayrılmıştır. Daha sonraki yıllarda devlet görevinde bulunmayan Hüseyin Rauf Orbay 1964 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Erenköy Sahra-yı Cedid Mezarlığı’ndadır.
Devamını oku...

İsmet İnönü

İsmet İnönü (1884-1973)
24 Eylül 1884’te İzmir’de doğdu. Babası Malatya’lı Hacı Reşit Bey, Annesi Cevriye Hanımdır(1). 1892 yılında Sivas Askeri Rüştiyesi’ne kaydoldu. 1895’te Rüştiye’yi bitirdi. Ardından Sivas Mülkiye İdadisi’ne devam etti. Bu okulun altıncı sınıfından tasdikname ile Halıcıoğlu’nda Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un İdadi kısmının üçüncü sınıfına girdi(2). 13 Şubat 1901’de Mühendishane-i Berri-i Hümayun’a (Topçu Harbiyesi) başladı. 1 Eylül 1903’te bu okulu birincilikle bitirdi. Erkân-ı Harbiye (Harp Akademisi) sınıfına ayrılan Mustafa İsmet, 26 Eylül 1906’da Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Akademi’den mezun oldu. Mustafa İsmet’in Mustafa Kemal, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Orbay, Kazım Karabekir ve Asım Gündüz ile aynı çatı altında buluşup tanışması bu okulda başladı.
Üç sınıfta (Top, Süvari, Piyade) bölük idare ve kumanda etmek üzere 2 Ekim 1906’da 2. Ordu’ya atandı(3). 20 Ekim 1906’da Edirne’deki Topçu 8. Alay’ın 3. Bataryası’na tayin edildi. 7 Kasım 1908’de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) rütbesine yükseltilen Mustafa İsmet, 13 Ocak 1908’de 2. Ordu, 2. Süvari Fırkası (Tümeni) Erkân-ı Harbiyesi’nde görevlendirildi. 31 Mart 1909 irtica hareketi olarak bilinen İstanbul askerî ayaklanmasını bastırmak için Rumeli’den yürüyen Hareket Ordusu’na katıldı.
Yeniden yapılandırılan silahlı kuvvetlerin 4. Edirne Kolordusu Erkân-ı Harbiyesi’ne (Kurmaylığına) 15 Ocak 1911’de tayin edildi. 13 Şubat 1911’de Yemen Kuvve-i Mürettebe Erkân-ı Harbiyesi’ne memuren ve geçici olarak görevlendirildi. 26 Şubat 1912’de Yemen Kuvay-ı Umumiye Komutanlığı Erkân-ı Harbiye Riyaseti’ne (Kurmay Başkanlığı’na) atandı. Fedâkârâne hizmetlerinden dolayı 26 Nisan 1912’de rütbesi Binbaşılığa yükseltildi.
8 Nisan 1913’te Büyük Karargâh-ı Umumi 1. Şubesi’nde görevlendirildi(4). 15 Aralık 1913’te Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi (Genelkurmay Başkanlığı) 3. Şubesi’ne atandı.
Balkan Muharebesi’ndeki yüksek hizmetleri ve fedakarlıklarından ötürü 1 Mart 1914’te iki sene kıdem zammı ile ödüllendirildi. 29 Kasım 1914’te Kaymakamlığa (Yarbay) yükseltildi. Birinci Dünya Harbi’nden almış olduğu üç yıl kıdemle de 14 Aralık 1915’te rütbesi Albaylığa yükseltildi ve Çanakkale’de bulunan 2’nci Ordu’nun Kurmay Başkanlığı’na atandı. 2. Ordu Doğu Cephesi’ne gittikten sonra bu ordunun 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’yı Diyarbakır’da ilk karşılayan Albay İsmet Bey oldu. Mustafa Kemal Paşa, 25 Kasım 1916’da 2. Ordu Komutanı Vekili olunca Albay İsmet Bey’in 4. Kolordu Komutanlığı’na atanmasını teklif etti ve 12 Ocak 1917’de bu teklif gerçekleşti. İsmet Paşa’nın stratejik birliklere komutanlık dönemi de, 4. Kolordu Komutanlığı’yla başladı.
1 Mayıs 1917’de Gazze Cephesi’ndeki 20. Kolordu Komutanlığı’na atandı(5). 19 Haziran 1917’de Sina Cephesi’ndeki 3. Kolordu Komutanlığı’na tayin edildi(6). Tehlikeli bir şekilde hasta olan Mustafa İsmet Bey, Halep’te hastaneye ve oradan 14-15 Ekim 1918’de trenle İstanbul’a hareket etti. 22 Ekim 1918’de İstanbul’a geldi. 24 Ekim 1918’de Harbiye Nezaret Müsteşarlığı’na tayin edildi(7).
1920 yılı Ocak ayının ilk günlerinde Ankara’ya geldi(8). 26 Ocak 1920’de Polis Vezâif ve Muamelatının  tanzim ve ıslahı için teşkil olunan komisyonda görevlendirildi(9). 3 Nisan 1920’de yeniden Ankara’ya geldi(10). Büyük Millet Meclisi’nin çalışmalarına katıldı ve ilk dönemde Edirne Milletvekili seçilerek TBMM üyesi oldu(11). 3 Mayıs 1920’de Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili seçildi(12). Ocak 1920’de Garp Cephesi komutanlığı görevine atandı. 6 Ocak 1921’de  Bursa ve Uşak cephesinden taarruza geçen Yunan Ordusu’nu 10 Ocak 1921’de durdurdu. İnönü Zaferi üzerine 1 Mart 1921’de İsmet Bey TBMM tarafından Mirlivalığa (Tuğgeneral) yükseltildi. Yunan Ordusu’nu ikinci defa İnönü’nde geri çekilmeye mecbur etti(13). 3 Mayıs 1921’de Güney ve Batı Cepheleri birleştirilerek komutası O’na bırakıldı(14). Takviye edilmiş kuvvetlerle Yunan kuvvetleri 10 Temmuz 1921’de İsmet Paşa komutasındaki Türk birliklerine karşı genel bir taarruz başlattılar. 25 Temmuz 1921’de İsmet Paşa, kuvvetlerini ezdirmeden, Mustafa Kemal Paşa’nın direktiflerine uygun olarak Sakarya nehrinin doğusuna çekmeyi başardı(15).
23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında cereyan eden Sakarya Meydan Muharebesi’ne Batı Cephesi Komutanı olarak katıldı. İsmet Paşa, Türk İstiklâl Harbi’nin odak noktası ve Yunanlıların yurttan atılması ile sonuçlanan 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’da yine Batı Cephesi’ne komuta etti. 31 Ağustos 1922’de Ferikliğe (Korgeneralliğe) yükseltildi.
3-11 Ekim 1922’de cereyan eden Mudanya Mütâreke’sine başkanlık etti. 26 Ekim 1922’de  Hariciye Vekilliği’ne (Dışişleri Bakanı) seçildi(16). 2 Kasım 1922’de barış görüşmelerine katılacak Murahhaslar Heyeti Başkanlığı’na seçildi.
20 Kasım 1922’de Lozan’da açılan konferansta Türkiye’nin savunmasını yaptı. Konferans 4 Şubat 1923’te kesintiye uğrayınca İsmet Paşa 20 Şubat 1923’te Ankara’ya döndü(17). 23 Nisan 1923’te Lozan Konferansı ikinci defa toplandı ve çetin görüşmelerden sonra Yeni Türkiye’nin dünya tarafından tanınmasını sağlayan Barış Antlaşması’nı 24 Temmuz 1923’te Türkiye adına imza etti(18).
Büyük Millet Meclisi’nin II. Dönemi’nde Malatya Milletvekili seçilerek 13 Ağustos 1923’te Meclis’e katıldı(19). 14 Ağustos 1923’te Ali Fethi Bey Başkanlığında kurulan yeni İcra Vekilleri Heyeti’ne Dışişleri Bakanı olarak seçildi(20). Ankara’nın Türkiye’nin başkenti olmasına dair arkadaşları ile birlikte 9 Ekim 1923’te verdiği önerge 13 Ekim 1923’te kabul edildi.
Cumhuriyetin ilanı aşamalarında Mustafa Kemal Paşa’nın yanında bulundu ve 30 Ekim 1923’te Başvekalet’e (Başbakanlığa) atandı(21). Kısa bir süre bu görevinden ayrıldıktan sonra 3 Mart 1925’te tekrar Başbakan olarak atandı. 30 Ağustos 1926’da Orgeneral rütbesine yükseltildi. 30 Haziran 1927’de askerlikten emekliye ayrıldı.
Atatürk döneminde, 1923-1937 yılları arasında Başbakanlık yapmış olan İsmet İnönü, Atatürk’ün 10 Kasım 1938 yılında ölümü üzerine, 11 Kasım 1938’de Meclis’te yapılan oylamada 348 oy alarak Cumhurbaşkanı seçildi. VI. Dönemde Ankara’dan Milletvekili olarak Meclis’e girdi ve 2 Nisan 1939’da yeniden Cumhurbaşkanı seçildi(22).
Genel seçimlerden sonra savaş içerisinde 8 Mart 1943’te yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye’nin savaş dışı kalmasını sağladı. Çok partili hayata geçildikten sonra yapılan 8. Dönem seçimlerinde yine Ankara Milletvekili olarak Meclis’e girdi ve 5 Ağustos 1946’da tekrar Cumhurbaşkanı olarak seçildi. 21 Mayıs 1950’de Cumhurbaşkanlığından ayrıldı. Uzun dönem Malatya Milletvekili olarak Mecliste görev yaptı. 4 Kasım 1972’de partisinden, ardından Milletvekilliğinden istifa etti.
Atatürk’ün yakın silah arkadaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 25 Aralık 1973’te Ankara’da öldü. Mezarı Anıtkabir’de Atatürk’ün mozolesinin karşısındadır.
İsmet Paşa, hayatı boyunca çeşitli tarihlerde bir çok madalya ve nişanlarla ödüllendirilmiş başarılı bir asker ve devlet adamı olup, Almanca, Fransızca ve İngilizce bilmekteydi. Anılarının bir bölümü “Hatıralar”, “İsmet Paşa’nın Siyasi ve İçtimai Nutukları”, “İnönü Diyor ki”, “İnönü’nün Söylev ve Demeçleri” adlı kitaplarda yayınlanmıştır.
Kaynakça:
(1) İsmet İnönü; Hatıraları, Yay. Haz:Sebahattin Selek, 1. Kitap, Ankara 1985, s.17
(2) Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e., s.17
(3) KKK Arş., İsmet İnönü Dosyası
(4) KKK Arş., İsmet İnönü Dosyası
(5) KKK Arş., İsmet İnönü Dosyası
(6) KKK Arş., İsmet İnönü Dosyası
(7) KKK Arş., İsmet İnönü Dosyası
(8) İsmet İnönü, a.g.e., s.183
(9) KKK Arş., İsmet İnönü Dosyası
(10) Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Kronolojisi, TTK. Yayını, Ankara 1988, s.146
(11) KKK Arş., İsmet İnönü Dosyası
(12) Zabıt Ceridesi, Devre I, C.I, s.198
(13) Kocatürk, a.g.e., s.246-247
(14) Kocatürk, a.g.e., s.254
(15) ATASE Arş., Türk İstiklal Harbi, C.II, Ks. IV, Ankara 1974, s.256
(16) KKK Arş., İsmet İnönü Dosyası
(17) Ş.Süreyya Aydemir, a.g.e., C.I, s.253
(18) İsmet İnönü, a.g.e., C.I, s.253
(19) Fahri Çoker, a.g.e., s.326
(20) Zabıt Ceridesi, Devre II, C.I, s.62
(21) Zabıt Ceridesi, Devre II
(22) TBMM, İsmet İnönü Dosyası
Devamını oku...

Fevzi Çakmak

Fevzi Çakmak (1876-1950)
1876 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Topçu Albayı Çakmakoğullarından Ali Sırrı Bey, annesi Hesna Hanımdır. Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’ni 1890 yılında bitirdi(1). Aynı yıl içerisinde Kuleli Askeri İdadisi’ne girdi. 1893 yılında bu okuldan mezun oldu(2). 29 Nisan 1893’te Harp Okulu’na kaydoldu. 28 Ocak 1896’da Harp Okulu’nu bitirdi(3). 25 Aralık 1898’de Harp Akademisi’nden mezun oldu. 25 Aralık 1898’de Erkân-ı Harbiye Dairesi 4. Şubeye atandı. 11 Nisan 1899’da 3. Ordu 18. (Metroviçe) Tümen Kurmaylığı’nda görevlendirildi(4). 6 Şubat 1901’de Kolağası, 20 Nisan 1902’de Binbaşılığa yükseltildi(5). 19 Temmuz 1906’da Kaymakam (Yarbay) ve 17 Aralık 1907’de Miralay (Albay) oldu(6).
11 Şubat 1912’de “Rumeli vilayetleri için (Kosova, Selanik, Manastır) ittihaz olunan kararın tatbikatına geçmek üzere” Dahiliye Nazırı Hacı Adil’in başkanlığındaki heyetle görevlendirildi(7). 24 Kasım 1913’de Miralaylığa (Albay) yükseltildi. 29 Kasım 1914’te 2 sene kıdem zammı aldı. 2 Mart 1914’te Mirlivalığa (Tuğgeneral) yükseltildi.
Doğu Cephesi’nde Rus taarruzlarının yoğunlaştığı bir dönemde 19 Nisan 1916’da 3. Mıntıka Komutanlığı’na, 7 Eylül 1916’da 2. Kafkas Kolordusu Komutanlığı’na atandı. 5 Temmuz 1917’de Diyarbakır’da 2. Ordu Komutanlığı’na, 9 Ekim 1917’de Filistin Cephesi’ndeki 7. Ordu Komutanlığı’na tayin edildi.  28 Temmuz 1918’de Ferikliğe (Korgeneral) yükseltildi. Bu arada, hastalığı sürdüğü için 7. Ordu Komutanlığı’na Mustafa Kemal Paşa tayin edildi. 24 Aralık 1918’de Genelkurmay Başkanlığı’na atandı. Mustafa Kemal’in Samsun’a hareketinden önce 14 Mayıs 1919’da 1. Ordu Müfettişliği’ne atandı.
3 Şubat 1920’de Ali Rıza Paşa Kabinesi’nde Harbiye Nazırı olarak görev aldı. 8 Mart 1920’de kurulan Salih Paşa Kabinesi’nde yeniden Harbiye Nazırı oldu. 3 Mayıs 1920’de Kozan Mebusu (Milletvekili) olarak Meclise girdi. Aynı gün Müdafaa-i Milliye Vekilliğine seçildi. 9 Kasım 1920’de diğer görevlerine ek olarak Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti Vekilliği’ne atandı. İkinci İnönü Zaferi’nin ardından 3 Nisan 1921’de 1. Ferikliğe (Orgeneralliğe) yükseltildi(8). Birinci Ferik Fevzi Paşa’nın rütbesi 31 Ağustos 1922’den itibaren Müşirliğe yükseltildi. 27 Ekim 1922’de Genelkurmay Başkanlığı’nın yanı sıra Batı Cephesi Komutanlığı’na getirildi(9). 29 Ocak 1923’te, Latife Hanım ile evlenen Mustafa Kemal Paşa’nın nikah şahitliğini yaptı(10). İkinci Dönemde İstanbul Milletvekili seçildi. 1923’te kurulan ilk Cumhuriyet Hükümetinde yine yerini korudu.
31 Ekim 1924’te, askeri görevini tercih ederek İstanbul Milletvekilliği’nden istifa etti(11). 23 yıl Genelkurmay Başkanlığı’ndan sonra 12 Ocak 1944’te Askeri ve Mülki Tekaüt Yasası’na göre “Tahdid-i sin” yaş haddinden emekliye ayrıldı. 1946 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden bağımsız aday olarak VIII. Dönem İstanbul Milletvekili seçildi. Partisinden bir süre sonra ayrılıp 19 Temmuz 1948’de kurulan Millet Partisi’nin kurucusu ve Fahri Başkanı oldu(12). 10 Nisan 1950’de İstanbul’da öldü.
Başarılarından dolayı bir çok nişan, madalya ve ödül sahibi olan Mareşal Fevzi Çakmak’ın “Garbi Rumeli’nin Suret-i Ziya-ı ve Balkan Harbi’nde Garp Cephesi” ve “Büyük Harp’te Şark Cephesi Hareketleri” adlı eserleri mevcut olup, konuşacak kadar Fransızca, tercüme edecek kadar Almanca ve İngilizce, okuyup anlayabilecek derecede Arnavutça, Sıpça, Arapça, Farsça ve Bulgarca biliyordu.
(1) Hayrullah Gök; Mareşal Fevzi Çakmak’ın Askeri ve Siyasi Faaliyetleri, Ankara 1997, s.3
(2) Gök, a.g.e., s.4
(3) Türk İstiklal Harbine Katılan…s.55
(4) KKK Arş., Fevzi Çakmak Dosyası
(5) Peyami Safa; a.g.e., s.14
(6) Türk İstiklal Harbine Katılan…s.55
(7) KKK Arş., Fevzi Çakmak Dosyası
(8) KKK Arş., Fevzi Çakmak Dosyası
(9) H.T.V.D., s.66, Aralık 1968, Belge n:1485
(10) Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Kronolojisi, s.225
(11) KKK Arş., Fevzi Çakmak Dosyası
(12) Hayrullah Gök, a.g.e., s.81
Devamını oku...

Fethi Okyar

Ali Fethi Okyar (1880-1943)
1881’de Pirlepe’de dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra 1898’de Harbiye Mektebine girdi. 1900 yılında Piyade Teğmen rütbesiyle mezun oldu. 4 Ocak 1904’te Kurmay Yüzbaşı olarak 3. Ordu emrine verildi. 1 Mart 1907’de Selanik Demiryolu Müfettişliğine nakledildi. 20 Mayıs1908`de Binbaşılığa yükseltilerek Selanik Jandarma Subay Okulu Komutanlığı’na getirildi. 12 Ocak 1909’da Paris Askeri Ataşesi oldu. 3 Temmuz 1911’de Arnavutluk Harekâtında İşkodra Müretteb Kuvvetler Kurmayına atanan Fethi Bey, 6 Ekim 1911’de Mustafa Kemal ve Enver Bey ile birlikte Trablusgarp’a gelerek savunma kuvvetlerinde görev aldı.
13 Nisan 1912’de yapılan II. Dönem Mebusan Meclisi seçiminde Manastır Milletvekili oldu. Meclisin kapatılmasından sonra orduya dönerek 17 Kasım 1912’de Çanakkale Boğazı Müretteb Kuvvetler Kurmay Başkanlığı’na atandı. 13 Ekim 1913’te Sofya Elçisi oldu. Mebusan Meclisinin III. Döneminde 8 Aralık 1917’de İstanbul Milletvekili seçilerek elçilik görevinden ayrıldı.
14 Ekim 1918’de atandığı Dahiliye Nazırlığı görevi kabinenin 8 Kasım 1918’de istifasıyla sona erdi. 1 Kasım - 21 Aralık 1918 tarihleri arasında Mustafa Kemal ile birlikte Minber gazetesini çıkardı. İttihatçı gizli örgüte mensup olduğu iddiasıyla 10 Mart 1919’da tutuklandı. 2 Haziran 1919’da Malta Adasına sürgüne gönderildi. 30 Mayıs 1921’de serbest bırakıldı.
15 Ağustos 1921’de İstanbul Milletvekilliğine seçilerek I. Dönemde TBMM’ne katıldı. 10 Ekim 1921’de Dahiliye Vekilliğine seçildi. 4 Ekim 1922’de Dahiliye Vekaletinden istifa etti. II. Dönem TBMM’de yeniden İstanbul Milletvekili olarak görev aldı. 13 Ağustos 1923’te Müdafaayı Hukuk Grubu Başkan Vekilliğine getirildi. 14 Ağustos’ta İcra Vekilleri Heyeti Reisliği ve Dahiliye Vekaletine seçildi. 28 Ekim 1923’te bu görevden çekildi. Cumhuriyetin ilk Meclisinin 1 Kasım 1923’teki toplantısında TBMM Başkanı oldu. 22 Kasım 1924’te Başbakanlığa atanarak, Milli Müdafaa Bakanlığını da birlikte yürüttü. 2 Mart 1925’te Başbakanlıktan istifa etti. 11 Mart 1925’te Paris Büyükelçiliğine tayin edildi.
9 Ağustos 1930’da Mustafa Kemal’in teklifi üzerine Büyükelçilikten istifa ederek Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurdu, 12 Ağustos 1930’da Genel Başkanı oldu. 17 Kasım 1930’da partisini feshetti. 24 Eylül 1930’da Gümüşhane Milletvekili olarak Meclise girdi. 31 Mart 1934’te Londra Büyükelçiliğine atandı.
V. Dönem ara seçimlerinde Bolu Milletvekilliğine seçilmesi nedeniyle 4 Ocak 1939’da görevinden istifa etti. 3 Nisan 1939’da Adalet Bakanı oldu. Bu görevini 12 Mart 1941 tarihine kadar sürdürdü. VII. Dönemde de Bolu Milletvekili olarak Parlamentoya girdi. 7 Mayıs 1943’te İstanbul’da öldü.
Devamını oku...

Nuri Conker

Mehmet Nuri Conker (1881-1937)
30 Eylül 1297’de (13 Ekim 1881) Selanik’te doğdu(1). Osman Bey’in oğludur.
Selanik Askeri Rüştiyesinden sonra Manastır Askeri İdadisini bitirdi. 14 Mart 1900’de Harp Okulu’na girdi. 6 Aralık 1902’de Mülâzım-ı Sâni (Teğmen) rütbesiyle okulunu bitirdi. 5 Kasım 1905’de Harp Akademisi’nden Mümtaz Yüzbaşı olarak mezun oldu. Anılan tarihte 3. Ordu emrine verildi(2). 31 Mart Vakası’nı bastıran Hareket Ordusu’nda görev aldı.
Arnavutluk Harekatında, Afrika’da Trablusgarp ve Bingazi muharebelerinde, Anafartalar’da ve Conkbayırı muharebelerinde, doğuda Muş Cephesinde bulundu. İleri saflarda yer aldığı Bolayır ve Conkbayırı muharebelerinde yaralandı.
Kafkas Cephesi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın emrindeki kuvvetlerde Ruslara karşı muharebelere iştirak etti. 13 Haziran 1920’de Milli Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya geldi(3).
17 Haziran 1920’de Ankara Vali Vekilliğine ve Ankara Komutanlığı’na atandı(4). 16 Eylül 1920’de 41. Tümen Komutanlığı’na ve Adana Valiliğine verildi(5). Bu cephede Fransızlarla çarpıştı. 1921 yılında özel görevle Almanya’ya gönderildi.
4 Temmuz 1927’de askerlikten emekliye ayrıldı. Kütahya ve Gaziantep Milletvekilliği yapan Mehmet Nuri Conker, 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularından ve Genel Sekreteri oldu. Atatürk’ün çocukluk ve silah arkadaşı olan Nuri Conker, 1937 yılında Ankara’da öldü.
Almanca bilen Mehmet Nuri Conker’in “Zabit ve Kumandan” adlı eseri yayınlanmıştır.
(1) TBMM. Arş., M. Nuri Conker Dosyası
(2) Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Atatürk’ün Silah Arkadaşları Atatürk Araştırma Merkezi Şeref Üyeleri Ankara 1999, s. 103
(3) Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Atatürk’ün Silah Arkadaşları Atatürk Araştırma Merkezi Şeref Üyeleri Ankara 1999, s. 103
(4) KKK Arş., M. Nuri Conker Dosyası
(5) B.C.A, 217, 71-10 030-13-1-1
Devamını oku...

Cevat Abbas Gürer

Mehmet Cevat Abbas Gürer (1887-1943)
Mustafa Kemal Paşa’nın Başyaveri olan Cevat Abbas Gürer 1887’de Niş kentinde doğdu. Şerif Abbas Bey’in oğludur. 1905’te girdiği Harp Okulu’ndan 1908 yılında Piyade Teğmen rütbesiyle mezun oldu. 3. Ordu emrine verildi.
Manastır Harp Okulu’nda öğrenci iken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. 19. Alayda görevli olarak Preşova, Komanova, Koçana ve Köprülü’de bulundu. Aralık 1910’da Selanik Yedek Subay Adayları Talimgahı’nda görevlendirildi. Mart 1911’de Takip Taburu’yla Selanik ili sınırları içinde eşkıya takibinde görev aldı. Yılın sonunda 37. Alay Yaverliği’ne atandı. 19 Ekim 1912’de üsteğmenliğe yükseltilerek 3 Şubat 1913’te inzibat subayı olarak İstanbul Merkez Komutanlığı emrine atandı.
Birinci Dünya Savaşı seferberliğinde açılan Yedek Subay Talimgahı’nda ek görev olarak bölük komutanlığı yaptı. 13 Aralık 1916’da yüzbaşı oldu. 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın yaverliğine tayin edildi. Savaş süresince yaver olarak Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde bulundu.
Mütarekeden sonra Yıldırım Ordular Grubu’nun lağvı üzerine Harbiye Nezareti emrine verilen Mustafa Kemal Paşa ile birlikte 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi. 30 Nisan 1919’da 9. Ordu Müfettişliği’ne atanan Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri olarak 19 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru’yla Samsun’a çıktı.
Erzurum’da 8 Temmuz 1919’da Paşa’nın askerlikten istifası üzerine Erzurum Müstahkem Mevkii Komutanlığı emrine atandı. Sivas Kongresi’nde Mustafa Kemal Paşa birlikte bulunduktan sonra Heyet-i Temsiliye Başkatipliği’ne getirildi. Sivas Kongresi’nde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti mensuplarının Meclisi Mebusan seçimlerine girebilmeleri görüşü benimsenince Bolu’dan milletvekili seçildi ve İstanbul’a gitti.
Meclisin feshi üzerine Ankara’ya gelerek 5 Temmuz 1920’de TBMM Genel Kurulu’na Bolu Milletvekili olarak takdim edildi. 17 Temmuz’da Yozgat ve yöresindeki ayaklanmanın bastırılmasında görevli olarak izinli sayılıp Meclis’ten ayrıldı. Kurduğu Süvari Müfrezesi ile bölgede asayişi korumasından dolayı kendisine İstiklal Madalyası verildi.
20 Ekim 1920’de özel görevle Bulgaristan’a gönderildi. Görevinde başarılı olması dolayısıyla 1921 yılı sonuna kadar Sofya’da Ankara Hükümeti’nin temsilcisi olarak görev yaptı. 4 Şubat 1922’de yeniden Meclis’e katıldı. Meclis’te Milli Savunma ve Dışişleri Komisyonlarında çalıştı. Rütbesi 1923’te binbaşılığa yükseltildi ve isteği üzerine 1927 yılında ordudan emekliye ayrıldı.
İkinci, Üçüncü, Dördüncü ve Beşinci dönemlerde de milletvekili olarak Meclis çatısı altında çalışmalarda bulunan Cevat Abbas Gürer, 4 Temmuz 1943’de Yalova’da vefat etti.
Atatürk ile ilgili hatıralarını “Ebedi Şef Kurtarıcı Atatürk’ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak” adlı kitapta toplamıştır.
Devamını oku...

Celal Bayar

Celal Bayar (1883-1986)
Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Cumhurbaşkanı...
1883 yılında Bursa’nın Gemlik ilçesinin Umurbey köyünde doğdu. Bursa’da İpek Meslek Yüksek Okulu ve College Francais de l’Assomption’da eğitim gördü ve memuriyet yaşamına atıldı. Hukuk ve bankacılık alanlarında çalıştı. 1907’de İttihat ve Terakki’nin Bursa’daki gizli kolu olan Küme adlı örgüte girdi. Ardından Cemiyet tarafından İzmir’e gönderildi.
Mütareke döneminde İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti’ne girdi. İzmir’in işgali tehlikesi belirince, Galip Hoca takma adıyla zeybek ve köy hocası kılığında bölgeyi dolaşarak işgale karşı propaganda yaptı. İzmir’in işgalinden sonra Aydın’ın geri alınması mücadelesine katıldı. Balıkesir Kongresi kararıyla Akhisar Cephesi Komutanlığına getirildi.
12 Ocak 1920’de toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Saruhan Sancağı milletvekili olarak katıldı. Millî Mücadele’nin başlaması ile birlikte Anadolu’ya geçerek bu hareketteki yerini aldı. Birinci Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili olarak görev alan Mahmut Celal Bey, 1921’de İktisat Bakanı oldu.
Lozan Barış Konferansı’na danışman göreviyle katıldı. 1923 seçimlerinden sonra II.Büyük Millet Meclisi’ne İzmir milletvekili olarak girdi. Mart 1924’te Mübadele, İmar ve İskan Bakanlığına atandı. Temmuz 1924’te bu görevinden istifa etti.
1924 yılında İş Bankası’nın kurulmasında önemli rol oynadı ve 1932’ye kadar genel müdürlüğünü yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda politika becerisi ve iktisatçı kimliği ile parladı. 1932’de İktisat Bakanlığı’na getirilen Bayar, 1937’ye kadar bu görevde kaldı. Ayrıca 1937–1939 yılları arasında başbakanlık yaptı. Daha sonra siyasî yaşamını İzmir milletvekili olarak sürdürdü.
Çok partili siyasî yaşamın başlaması üzerine 1946 yılında Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile birlikte Demokrat Parti’yi kurdu ve başkanlığa getirildi. Partisinin 1950 seçimlerini kazanmasından sonra 22 Mayıs 1950’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce Türkiye’nin üçüncü cumhurbaşkanı seçildi.
10 yıl boyunca sürdürdüğü bu görevden 27 Mayıs askerî müdahalesi ile 1960 yılında uzaklaştırılan Mahmut Celal Bayar 15 Eylül 1961’de Yassıada Mahkemesi tarafından idama mahkûm edildi. Cezası daha sonra müebbet hapse çevrilerek Yassıada’dan Kayseri Bölge Cezaevi’ne nakledilen Bayar, 7 Kasım 1964’te rahatsızlığı nedeniyle serbest bırakıldı.
1903 yılında Reşide Hanım’la evlenen ve üç çocuğu olan Celal Bayar 22 Ağustos 1986 günü İstanbul’da vefat etti. Kaynak: tccb.gov.tr
Devamını oku...

Falih Rıfkı ATAY

Falih Rıfkı ATAY (1894-1971)
1894 yılında İstanbul’da doğan Falih Rıfkı ATAY, Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi`ni bitirdi. Dönemin bazı dergi ve gazetelerinde şiirleri, denemeleri ve köşe yazıları yayınlandı.
Birinci Dünya Savaşı’nda yedek subay olarak Suriye’ye gitti. Suriye ve Filistin’deki savaş anılarını “Ateş ve Güneş” (1918) adlı kitabında topladı. 1918 yılında Kazım Şinasi Dersan, Necmettin Sadık Sadak, Ali Naci Karacan ile birlikte Akşam gazetesini çıkarmaya başladı. Bu gazetede “Günün Fıkraları” başlığıyla sürekli yazılar yazdı.
Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen yazılarından dolayı Divan-ı Harp’te yargılandı. Fakat, İnönü Zaferi’nin kazanılması üzerine Divanı Harp tutumunu değiştirdiği için idamdan kurtuldu.
Milli Mücadele sonrası İzmir’de Atatürk ile görüşmeye gelen gazeteciler arasındaydı. Atatürk’ün isteği üzerine 1922 yılında Bolu’dan milletvekili seçilerek İkinci Büyük Millet Meclisi’nde görev yaptı. Daha sonra uzun yıllar Ankara Milletvekili olarak TBMM`de bulundu.
Hakimiyeti Milliye, Milliyet ve Ulus gazetelerinin başyazarlığını yaptı. Yeni Türk Alfabesinin hazırlanması ve uygulanması sırasında Dil Encümeninde görev aldı. Yapılan reformları ve batılılaşma çalışmalarını savundu.
1952 yılında Dünya gazetesini kurdu. Atak ve duru Türkçe’siyle Cumhuriyet basınının usta kalemlerinden biri olup, Atatürk devrimlerinin savunucusuydu. Dönemin en etkin gazetecilerinden biri olan Falih Rıfkı ATAY, fıkra, makale, gezi türlerindeki gazete yazılarıyla ve özellikle Atatürk’ü yakından tanıtan “Atatürk’ün Bana Anlattıkları” (1955), “Mustafa Kemal’in Mütareke defteri” (1955), “Atatürk Ne idi?” (1968) adlı eserleriyle ün kazandı.
Devamını oku...

Hasan Rıza Soyak

Hasan Rıza Soyak (1888-1970)
1888 yılında Üsküp’te dünyaya geldi. Rüştiye’yi bitirdikten sonra İstanbul’da, Vilayet kaleminde devlet hizmetine girdi. 1914’te İstanbul Merkez Komutanlığı’na bağlı Sıkıyönetim Komutanlığı hatipliğine geçti. Aynı yıl 1. Kolordu Kurmaylığı bürosunda görevlendirildi. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yılını burada geçirdi ve 1916’da 2. Kolordu Kurmaylığı’nda aynı nitelikte bir göreve nakledildi.
1922 yılında TBMM bünyesinde Hatip olarak göreve başlayan Hasan Rıza Soyak, görevi icabı sürekli Mustafa Kemal’in yanında bulundu. Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, 1924’te kendisini mutemet olarak Çankaya Köşkü’ne aldı. 1927’de Özel Kalem Müdürü, 1932’de Genel Sekreter Vekili, 1934’te de Genel Sekreter olan Soyak, Genel Sekreterliği sırasında bir dönem de Burdur milletvekilliği yaptı.
Atatürk’ün özel hesaplarını tutan ve harcamalarını yapan kişi olarak bilinen ve büyük bir güven duyulan Hasan Rıza Soyak, 1970 yılında İstanbul’da vefat etti.
Anılarını “Atatürk’ten Hatıralar” adlı bir kitapta toplayan Soyak, kitabında Atatürk’ün günlük yaşamına dair gün ışığına çıkmamış bir çok ayrıntının yanında, Cumhuriyetin ilanı, İzmir Suikastı ve Hatay Meselesi gibi önemli konulara yer verdi.
Devamını oku...

Kazım Özalp

Kazım Özalp (1882-1968)
Köprülülü Kazım olarak ta anılan Kazım Fikri Özalp, 1882’de Köprülü’de dünyaya geldi. Babası süvari Albay’ı Manastırlı İsmail Nazmi Bey, annesi Yıldız hanımdır.
14 Mart 1900’de Harp Okuluna girdi. 6 Aralık 1902’de Harp Okulunu bitirdi. 5 Kasım 1905’te Harp Akademisinden Mümtaz Yüzbaşı olarak mezun oldu. 5 Kasım 1905’te 3. Ordu emrine verildi. 31 Mart Vak’ası’nda (13 Nisan 1909) İstanbul’a gelen Hareket Ordusu içerisinde görev aldı. 9 Ağustos 1901’da Menlik İlçe Kaymakamlığına atandı. 28 Mart 1911’de Kurmay sınıfına nakledildi. 5 Kasım 1911’de rütbesi Kıdemli Yüzbaşı’lığa yükseltildi.
29 Eylül 1912’de Vardar Ordusu kuruluşundaki 5. Kolordu Kurmaylığı’nda bulundu ve Sırplara karşı başarılı çarpışmalara katıldı. 25 Haziran 1913’te Çatalca ve Bolayır’dan Edirne’nin geri alınması için yapılan ileri harekatta oluşturulan Sol Cenah Komutanlığı Kurmay Heyeti’nde görev aldı. 17 Mart 1914’te rütbesi Binbaşılığa yükseltildi. Aynı yıl Van Jandarma Alay Komutanlığı’na tayin edildi.
Birinci Dünya Savaşı içerisinde 26 Mart 1915’te Seyyar Jandarma Tümeni Komutanlığı’na atandı. 20 Mayıs 1915’te Yarbaylığa yükseltildi. 15 Ağustos 1915’te Birinci Kafkas Kolordusuna bağlı 36. Tümen Komutanlığına tayin oldu. 1 Eylül 1917’de Albaylığa yükseltildi. 11 Aralık 1917’de 37. Kafkas Komutanlığına tayin oldu. Trabzon ve Of’un geri alınmasını sağladı. Batum’u geri alan kuvvetler arasında Kazım Bey’in birliği de vardı. Mondros Mütarekesi’nden sonra 31 Aralık 1918’de Şarköy’deki 60. Tümen Komutanlığında görevlendirildi.1919 Haziran ayı içerisinde Balıkesir bölgesindeki 61. Tümen Komutanlığına atandı.
I. Dönem TBMM’de, Karesi (Balıkesir) milletvekilliği yaptı. 25 Temmuz 1920’de Karargâhı Bilecik’te olmak üzere “Ertuğrul Grubu” Komutanlığına atandı. Bu görevde bulunduğu sırada Gediz Savaşı’na katıldı. 6 Nisan 1921’de daha çok Kuvay-ı Milliye’den düzenli kuvvetlere dönüştürülen kuvvetlerden Kocaeli Grubu Komutanlığına tayin oldu. İzmit ve Adapazarı bu dönemde geri alındı.
Sakarya Savaşı’nda Mürettip Kolordu Komutanı olarak büyük yararlılıklar gösterdi. 7 Eylül 1921’de 3. Kolordu Komutanlığı’na atandı. 12 Eylül 1921’de Mirlivalığa (Tuğgeneral) yükseltildi.
14 Ocak 1922 tarihinde Milli Müdafaa Vekilliği’ne seçildi. 25 Eylül 1922’de Ferikliğe (Korgeneral) yükseltildi. II. Dönem TBMM’de yine Balıkesir milletvekili olarak görev aldı. 30 Ekim 1923’te kurulan İsmet Paşa Kabinesinde yine Milli Müdafaa Vekilliği’nde bulundu. 26 Kasım 1924’te TBMM Başkanlığına seçildi. 30 Ağustos 1926’da I. Ferik (Orgeneral) oldu. 6 Temmuz 1927’de ordudan emekliye ayrıldı.
III. ve IV. Dönemlerde yine Balıkesir milletvekili olarak Meclis’e girdi. 1 Mart 1935 tarihine kadar TBMM Başkanlığı yaptı. V. Dönemde tekrar Balıkesir milletvekili olarak Meclis’e giren Kazım Özalp, 1 Mart 1935’te Milli Müdafaa Vekili seçildi ve Kasım 1938’e kadar bu görevini yürüttü. VI, VII, VIII. Dönemlerde Balıkesir, IX. Dönemde ise Van milletvekili olarak seçildi.
Atatürk tarafından Özalp soyadı verilen Kazım Paşa, 6 Haziran 1968’de İstanbul’da öldü.
Çeşitli tarihlerde bir çok madalya ve nişan sahibi olan Kazım Özalp’in, 2 ciltlik “Milli Mücadele” ve “Atatürk’ten Anılar” adlı eserleri bulunmaktadır.
Devamını oku...

Makbule Atadan

Makbule Hanım’ın Hayatı

Atatürk’ün kız kardeşi olan Makbule (Atadan) 1887 yılında Selanik’te doğdu. Annesi Zübeyde Hanım’la birlikte, Balkan savaşlarından sonra, Selanik’ten ayrılarak İstanbul-Beşiktaş’ta Akaretler’deki bir eve yerleşti.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra ağabeyi Atatürk’ün isteği üzerine, annesiyle birlikte Ankara’ya geldi. Bir müddet Atatürk’ün yanında kalan Makbule Hanım, daha sonra Çankaya Köşkü arazisi içinde kendisi için yaptırılan Çamlı Köşke yerleşti. 1923’te annesi Zübeyde Hanım’ı kaybetti.
1930’da Atatürk’ün isteğiyle Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası’na giren Makbule Hanım birkaç ay sonra parti kapatılınca siyasetten çekildi. 1935’de milletvekili Mecdi Boysan ile evlendi. Ağabeyi Atatürk ile ilgili olan anıları, “Büyük Kardeşim Atatürk” (1952) ve “Ağabeyim Mustafa Kemal” (1952) adlarıyla yayımlandı. Atatürk’ün kardeşi Makbule Atadan 1956 yılında 69 yaşında vefat etti.
Devamını oku...

Zübeyde Hanım

Zübeyde Hanım’ın Hayatı
Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım 1857 yılında Selanik’te doğdu. Orta Anadolu’dan göç ederek, Selanik’in batısında Arnavutluk sınırına yerleştirilen yörüklerden, Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızıdır.
Zübeyde Hanım, Selanik’te Gümrük Muhafaza Teşkilatı’nda memur olarak çalışan Ali Rıza Efendi ile evlendi. Ali Rıza Efendi ile evliliğinden beş çocuğu oldu. Çocuklarından Naciye, Ömer ve Fatma küçük yaşta hayatını kaybetti. Oğulları Mustafa ilkokulda okurken, eşi Ali Rıza Efendi’nin vefatı üzerine, çocukları Mustafa ve Makbule ile birlikte bir süreliğine kardeşi Hüseyin Ağa’nın çiftliğine yerleşti. Bu sırada, Atatürk’ün ifadesiyle, iyi kalpli bir insan olan Ragıp Bey ile evlendi.
Balkan harbinden sonra, birçok Türk ailesi gibi, kızı Makbule ile birlikte Selanik’ten göç ederek geldiği İstanbul’da Beşiktaş-Akaretler’de bir eve yerleşti. Milli Mücadele döneminde Ankara’ya gelen Zübeyde Hanım, 1919’da ayrılmak zorunda kaldığı oğlu Mustafa Kemal’i, yıllar sonra Ankara’da Devlet Başkanı olarak gördü. 14 Ocak 1923’te tedavi olmak amacıyla gittiği İzmir’de 66 yaşında vefat etti.
Devamını oku...

Ali Rıza Efendi

Ali Rıza Efendi’nin Hayatı
Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik’te doğdu. Söke’den Selanik’e yerleşmiş Türkmenlerden “Kırmızı Hafız” lakaplı Ahmet Efendi’nin oğludur. İlkokulu Abdi Hafız Mahalle Mektebi’nde okudu.
Ali Rıza Efendi, Selanik’te Evkaf İdaresi’nde katiplik, daha sonra Gümrük Muhafaza Teşkilatı’nda memurluk yaptı. Memuriyet hayatına devam ederken, Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızı Zübeyde Hanım’la evlendi.
1876 yılında Selanik Asakir-i Milliye taburunda subay olarak görev alan Ali Rıza Efendi, daha sonra kereste ticareti yapmaya başladı.
Zübeyde Hanım’la olan evliliğinden beş çocuğu oldu. Çocuklarından Naciye, Ömer ve Fatma fazla yaşamadı. Sadece Mustafa (Atatürk) ve Makbule (Atadan) hayatlarına devam edebildi. Ali Rıza Efendi tek oğlu olan Mustafa’nın Şemsi Efendi Mektebi’nde okumasını istiyordu. Mahalle mektebinde eğitim hayatına başlayan Mustafa, bunun üzerine Şemsi Efendi Mektebi’ne yazıldı. Ali Rıza Efendi, Mustafa Kemal ilkokulda okuduğu sırada 1888’de rahatsızlanarak hayatını kaybetti.
Devamını oku...

Büyük Taarruz

Büyük Taarruz (Başkomutanlık Meydan Muharebesi)
Türk ordusunun Sakarya Savaşı’nda elde ettiği başarı kamuoyunda büyük ses getirmiş, TBMM’nde taarruza kalkılması gerektiği yönünde fikirlerin beyan edilmesine neden olmuştur. Elbetteki Türk ordusu Sakarya Savaşı’nı kazanarak büyük bir moral içerisine girmiş ve bir an evvel düşmanı yurttan atmanın hesaplarını yapar hale getirmiştir. Ancak Büyük Taarruz öncesi bazı şartların oluşması gerektiğini çok iyi bilen Mustafa Kemal Paşa, acele edilmemesi gerektiğini 4 Mart 1922’de Büyük Millet Meclisi’nin gizli bir toplantısında yaptığı şu konuşma ile açıkça ifade ediyordu, “Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür”.
Sakarya Savaşı’nda Yunan ordusunun saldırma ve ilerleme gücünün iyice zayıflamış olması henüz yurdun kurtarılmış olması anlamına gelmiyordu. Anadolu’dan tamamen sökülüp atılması gerekiyordu.1922 yılının Haziran ayı ortalarına gelindiğinde Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa,artık taarruza geçilmesi gerektiği kararını almıştı. Büyük bir gizlilik içerisinde yürütülen çalışmalarda düşmanın kuvvetlerinin dikkati başka yönlere çekiliyordu. Diğer taraftan Türk ordusu büyük bir zaferi sağlayacak olan bir taarruz hareketi için var gücüyle çalışıyordu. Mustafa Kemal Paşa ordu birlikleri arasında düzenlenecek futbol müsabakaları bahanesiyle tüm ordu komutanlarını Akşehir’e davet etti. 28 Temmuz gecesi ordu komutanları ile yapılacak taarruz hakkında bir toplantı yapan Mustafa Kemal Paşa, gereken talimatlarını burada ordu komutanlarına iletti. Basına 21 Ağustos günü Çankaya Köşkü’nde bir çay daveti verileceği haberi bildirilmişti.
Böylelikle gizli bir şekilde yürütülen Büyük Taarruz hareketinde son aşamalara hızla geliniyordu. Mustafa Kemal Paşa 20 Ağustos 1922’de Ankara’dan Akşehir’e giderek, 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı düşmana taarruz emrini verdi. 26 Ağustos sabahı ordumuz Afyonkarahisar Kocatepe’de taarruza tam bir baskın şekline başlamış, düşman tam bir şaşkınlık içerisine girmişti. Sabah saat 04:30’da topçu birliklerinin taciz ateşi ile başlattığı harekat, saat 05:00’de önemli noktalara yoğun topçu ateşi ile devam etti. Piyadelerimiz, Sabah 06:00’da Tınaztepe’ye hücum mesafesine yaklaşarak, tel örgüleri aşıp, işgalci Yunan askerini süngü hücumu ile temizledikten sonra, Tınaztepe’yi ele geçirdiler. Daha sonra, saat 09:00’da Belentepe, ardından Kalecik-Sivrisi düşmandan temizlendi. Taarruzun birinci günü, 1. Ordu Birlikleri, Büyük Kaleciktepe’den Çiğiltepe’ye kadar on beş kilometrelik bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5.Süvari Kolordusu, düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulundu. Aynı zamanda 2.Ordu’da cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü.
26 Ağustos günü Türk Ordusunun Büyük Taarruz’u, Genelkurmay Başkanlığı’nca TBMM’ne bildirilmiş büyük bir sevinç ve gurur duyulmasına sebep olmuştur.
Genellikle süngü hücumları ile gerçekleştirilen taarruz harekatı, 27 Ağustos Pazar sabahı gün ağarırken Türk Ordusunun bütün cephelerde yeniden taarruza geçmesi ile devam etmiştir. 27 Ağustos saat 18:00’de, Afyon 8.Tümen tarafından kurtarıldı. Başkomutanlık karargahı ile Batı Cephesi Komutanlığı karargahı Afyon’a taşındı. 28 Ağustos Pazartesi ve 29 Ağustos Salı günleri, başarılı geçen taarruz harekatı ile düşmanın 5.Tümeni tamamen çevrildi. 29 Ağustos gecesi yapılan toplantıda hızla harekete geçilerek artık muharebenin sonlandırılması gerektiği sonucuna varıldı. Düşmanın çekilme yollarının kesilmesi ve düşmanı çarpışmaya zorlayarak, tamamen teslim olmalarını sağlama yolunda karar aldılar. Karar süratli ve düzenli bir şekilde gerçekleştirildi. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü taarruz harekatı Türk Ordusunun kesin zaferi ile sonuçlandı. Büyük Taarruz’un son safhası askeri tarihimize Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçmiştir.
30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı dört taraftan sarılarak, Dumlupınar’da Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hatları arasında bizzat idare ettiği savaşta yok edilmiş bir kısmı da esir alınmıştı. Böylelikle Büyük Taarruz hedeflendiği gibi 5 gün gibi kısa bir sürede gerçekleştirilerek kesin sonuç elde edilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, kaçan düşman askerlerinin takip edilmesini uygun görerek o ünlü sözünü söylemiştir, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir İleri”
Yunan ordusu kesin yenilgi ile kaçarken acımasızca geçtikleri yerdeki halkı öldürüyor ve her yeri yakıp yıkıyorlardı. İzmir’e doğru kaçan Yunan askerlerinin bir kısmı ve Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis esir olarak ele geçirilmişti. Ordumuz bu muharebede, on beş günde 400 kilometre katederek, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girdi. Sabuncu Bel’den geçen 2.Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir’e doğru akarken, bunun solunda 1.Tümen de Kadife Kale’ye doğru yürüyordu. Bu Tümenin 2.Alayı Tuzluoğlu Fabrikası’ndan geçerek Kordonboyu’na ulaştı. Yüzbaşı Şeref Bey Hükümet Konağına, 5.Süvari Tümenimizin öncüsü Yüzbaşı Zeki Bey Kumandanlık dairesine, 4.Alay Komutanı Reşat Bey’de Kadife Kale’ye bayrağımızı çektiler.
Askerlerimiz İzmir’de coşku ve sevinç gösterileri arasında çiçeklerle karşılandı. Süvarilerimizin Kordon boyundan geçişi çok görkemli idi. Kurtuluş zaferinin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in kurtuluşunu Belkahve’den seyretti. Türk Ordusunun, 400 kilometrelik bir mesafeyi savaşarak kat edip İzmir’e ulaşması yurt içinde ve yurt dışında hayret ve takdir uyandırdı.
Büyük Türk zaferi karşısında endişeye düşen ve o anda İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını işgal altında bulunduran İtilaf Devletleri, savaşı durdurmayı ve Türk’lerin haklı isteklerini yerine getirmeyi kendi çıkarlarına uygun buldular. 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması’yla, silahlı çatışma durdurulmuş, Edirne dahil Trakya’nın da Türkiye’ye bırakılacağı ve bir ay içerisinde Yunanlılar tarafından boşaltılacağı kabul edilmişti. Bu gelişmeler üzerine, Anadolu’da Yunan politikasını yürüten İngiltere Başbakanı Lloyd George, istifa etti.
Devamını oku...

Sakarya Savaşı

Sakarya Savaşı (23 Ağustos - 12 Eylül 1921)
İnönü’de ikinci kez mağlup olan Yunan kuvvetleri hazırlıklarını tamamlayarak, 10 Temmuz 1921’de iki ayrı cepheden taarruza geçerek Türk Ordusunu yok etmek istediler. Desteklenmiş kuvvetleriyle güçlü bir şekilde ilerlemeyi başardılar. Türk Ordusu, bu zor durumdan kendisini kurtarmak amacıyla Eskişehir’e kadar çekildi. Mustafa Kemal Paşa, 18 Temmuz 1921’de Batı Cephesi karargahına geldi ve durumu yakından görüp inceledi. Taktiksel bir anlayış sergileyerek ordunun düzenlenip kuvvetlendirilmesi için, Sakarya’nın doğusuna kadar çekilmesini gerekli gördü. Bunun üzerine, Türk Ordusu, 25 Temmuz 1921’de taktik savunma yapmak amacıyla Sakarya’nın doğusuna çekildi.
Türk Ordusu Sakarya’nın doğusuna çekilmekle askeri bakımdan büyük bir avantaj elde etti. Bu durum Türk kuvvetleri için zor olsa da, Yunanlılar için daha da zor olan bir durum oluşturmuş oluyordu. Bu sayede, Türk kuvvetleri düşmanın gelişen taarruzlarının tehdidinden kurtarılmış, Sakarya’nın doğusunda yeniden düzenlenerek savunma gücü artırılmıştı. Yunan ordusu ulaştırma şartları ağır bir ortamda ikmal yapma mecburiyeti içerisine giriyordu.
Türk Ordusunun Sakarya gerilerine çekilmesi halk arasında olduğu gibi TBMM içinde de bazı muhalif seslerin artmasına sebep olmuştu. Büyük Millet Meclisi’nde ve dışarıda son çare ve son tedbir olarak Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun başına geçmesinde fayda umulduğu yolunda bir kanaat oluştu. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1921’de Büyük Millet Meclisi’ne verdiği bir önerge ile Başkumandanlığı kabul ettiğini bildirdi ve Meclis’in elindeki yetkileri de fiilen kullanmayı talep etti. Bu önerge üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın muhalifleri, kendisine Başkomutan ünvanını ve Meclis’in yetkilerini kullanmak hakkını önce vermek istemediler. Ancak ünvan ve yetki, 5 Ağustos 1921 tarihli kanunla tanındı.
Sakarya Savaşı’na Hazırlık
TBMM, 5 Ağustos 1921’de çıkardığı yasa ile Mustafa Kemal Paşa’ya kendi yetkilerinin bir bölümünü üç ay süreliğine devretti. Bu yasa ile Mustafa Kemal Paşa, Başkomutan (Başkumandan) atandı. Mustafa Kemal Paşa’nın bu üç aylık süre içinde verdiği kararlar “kanun” sayılacaktı. Başkomutan artık orduyu Yunan saldırısına karşı bütün olanakları en iyi şekilde kullanarak hazırlamaya başlamıştı.
Başkomutan ilk olarak, Türk ulusunu özveriye çağırdı. 7-8 Ağustos’ta yayınladığı Tekalif-i Milliye Emirleri (Ulusal Yükümlülükler Buyrukları) ile ulustan özetle şunları istiyordu. “Halkın ve tacirlerin elinde bulunan yiyecek ve giyecek maddelerinin yüzde kırkı, bedelleri sonradan ödenmek üzere orduya verilecekti. Öküz ve at arabalarının, binek ve taşıt hayvanlarının yüzde yirmisi teslim edilecekti. Halkın elinde ne kadar silah ve cephane var ise üç gün içinde orduya teslim edilecekti. Eli silah tutan herkes orduya katılacaktır. Teknik elemanların hepsi ordu emrine alınmıştı. Bütün teknik araç ve gereçlerin yüzde kırkına el konulmuştu. Her aile bir takım çamaşır ile bir çift çorap ve çarık hazırlayıp orduya verecekti. İlçelerde Milli Vergi Komisyonu kurulacak, rahat çalışabilmeleri için bölgede İstiklal Mahkemeleri kurulacaktır. Sahipsiz mallar, komisyonun denetiminde olacaktı. Bu emirlerin yerine getirilmesinin denetimini İstiklal Mahkemeleri yapacaktı.”
Artık ulus tam anlamı ile bilinçli bir hale gelmişti. Bu sonuçla Başkomutan’ın bütün emirleri fazlasıyla yerine getirilmiş ve ordunun ihtiyaçları elden geldiği ölçüde giderilmiştir.
Sakarya Savaşı
Mustafa Kemal Paşa, 12 Ağustos 1921’de Polatlı’daki Cephe Karargahına giderek ordunun başına geçti. Cephede teftiş yaparken, attan düşerek birkaç kaburga kemiği kırıldı. Savaşı cephede yaralı ve kaburga kemiği sarılı bir şekilde idare etmek zorunda kaldı.
14 Ağustos sabahı yunanlılar güçlendirdikleri birlikleriyle ilerlemeye başladılar. Kendilerini oyalamaya çalışan Türk kuvvetlerini önlerine alarak geldikleri Sakarya ırmağının kıyısında 23 Ağustos’ta Türk ordusu ile karşı karşıya geldiler. Asıl savaş o gün başladı. Çünkü Yunanlılar Sakarya ırmağını aşmaya başlamışlardı.Yunanlılar Ankara’ya ulaşmak için var gücüyle saldırıyordu. Özellikle Sakarya’nın doğusunda şiddetli çarpışmalar oluyordu.
Yunanlılar bir ara Ankara’ya 50 km. kadar yaklaştı. Ancak her seferinde önlerine yeni birlikler yetiştirilerek durdurulmaları başarıldı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa her seferinde değişik taktikler uygulayarak yeni savunma çizgileri oluşturdu. Bu taktiksel anlayışını Türk ordusuna ve milletine şu sözleriyle ifade ediyordu, “Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır, o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz”
Yirmi iki gün, yirmi iki gece süren ağır çatışmaların ardından Yunanlılar yenilerek geri çekilmeye başladılar. 13 Eylül’de Sakarya Irmağı’nın doğusunda tek bir yunan askeri bile kalmamıştı. Sakarya zaferi, geri çekilmenin durduğu, ileri gidişin başladığı noktayı oluşturmuştur.
Sakarya Savaşı’nın Türk Ulusu açısından tarihsel önemi
Eğer bu savaş yitirilseydi Anadolu’da Türk varlığı tamamen sona erecekti. Yunanlıların Ankara’ya ulaşması demek, İngilizlerin yardımı ile Türk varlığının Anadolu topraklarından silinmesi işleminin hız kazanması demekti.
Sakarya Savaşı’nın Sonuçları
- 22 gün süren savaş sonucunda Yunanlılar yenilmiş ve savunma durumuna geçmişlerdir.
- TBMM hakkındaki kuşkular tamamen ortadan kalkmıştır.
- TBMM Mustafa Kemal’e “Gazilik” ve “Mareşallik” ünvanlarını vermiştir. (19 Eylül 1921)
- Mustafa Kemal’e 5 Ağustos 1921 tarihli kanunla verilen Başkomutanlık yetkisi süresiz uzatılmıştır.
- İtilaf devletleri üç ay süreyle ateşkes önerisinde bulundular.
- Savaş, Kurtuluş Savaşı’nın son savunma savaşı olmuştur.
- İtalyanlar Anadolu’yu tamamen boşalttılar.
- Rusya aracılığı ile Kafkas Cumhuriyeti’yle Kars Antlaşması imzalanmıştır.
- İngiltere ile esir Mübadelesi Antlaşması imzalanmış ve Malta’daki Türk esirler serbest bırakılmıştır.
- Fransa ile Ankara Antlaşması imzalanmıştır.
- Ukrayna ile Dostluk Antlaşması imzalanmıştır.
Devamını oku...

Suriye-Filistin Cephesi

Türklerin Süveyş Kanalı’na yaptıkları iki taarruz gerek Türk Ordusunun zayıf olması gerekse Almanların söz verdiği yardımları yapmaması üzerine başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun üzerine İngilizler Filistin’i işgal amacıyla karşı taarruza geçti ve Suriye Filistin Cephesi Osmanlı’ya karşı açılmış oldu.
1918 yılına kadar direnen Türkler, 400 bin kişilik büyük bir İngiliz ordusu karşısında 40 bin kişilik bir ordu ile karşı koymaya çalışmışlarsa da uzun süre direnemediler.
İngilizlerin Suriye içlerine ilerlemesi devam ederken Yıldırım Ordular Komutanı Liman von Sanders Halep’te savunma düzeni kurma görevini Mustafa Kemal Paşa’ya bırakıp, Adana’ya gitti.
Mustafa Kemal, bir yandan İngilizlerle mücadele ederken, diğer yandan Arap silahlı çeteleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. Mustafa Kemal Paşa komutasındaki birliklerimiz İngilizleri bugünkü Suriye sınırında bir süre tutmayı başardı. 31 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. Mustafa Kemal Paşa’da Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’na atandı.
Devamını oku...

Doğu (Kafkas) Cephesi

Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi ile doğuda büyük bir Rus cephesi açılmış oldu. Ruslar Berlin Barışı ile ellerine geçirdikleri Doğu Anadolu’daki Kars, Ardahan ve Batum’u ilerideki savaşlar için tam bir üs haline getirmişlerdi.
Yıllarca Osmanlı Devleti içinde huzur içinde yaşayan Ermenileri, Kafkas Ermenileri ile iş birliği içerisine sokarak kışkırtmışlar ve bilinçli bir şekilde bir “Ermeni Sorunu” oluşmasına neden olmuşlardı. Rusya ile Osmanlı Devleti savaşa başladığı anda Rusya bölümünde kalan ermeni çeteleri silahlandırılmış ve Türklere karşı kullanılabilecek önemli bir güç haline getirilmişlerdi. Rusların hedefinde Doğu Anadolu’daki diğer illeri ele geçirmek ve bağlaşığı olan İngilizlerden önce Basra Körfezi’ne inmek vardı.
Buna karşılık Enver Paşa’da Kars Ardahan ve Batum’u kurtarmak ardından Güney Kafkasya’ya girmek ve orada yaşayan Türkleri Rus ve Ermenilere karşı ayaklandırmak istiyordu.
2 Kasım 1914’te Rus kuvvetlerinin Kars’a doğru taarruz hareketine geçmesi ile savaş başladı. Bu sırada Enver Paşa’nın başında bulunduğu Osmanlı Ordusu da karşı saldırıya geçmişti. İlk önceleri Rus birlikleri biraz geri çekilse de, 22 Aralık 1914’te Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın çetin kış şartlarına rağmen Sarıkamış civarında Ruslara karşı yaptığı harekatta 3. Ordu’ya mensup 60.000 asker Allahuekber dağlarında donarak şehit oldu.
1915 yılı baharında Ermenilerle birleşen Rus birlikleri Van ve Malazgirt’i aldılar. 22 Temmuzda başlayan karşı taarruzla Van ve Malazgirt 25-26 Temmuz 1915’te kurtarıldı.
1916 yılında Ruslar Kafkasya’daki kuvvetlerini artırarak taarruza geçtiler. Şubat 1916’da Erzurum ve Muş, 3 Mart’ta Bitlis, 19 Nisan’da Trabzon ve 25 Temmuz’da da Erzincan Ruslar tarafından işgal edildi. Hükümet, Çanakkale bölgesinde bulunan 2.Ordu’yu Kazım Karabekir komutanlığında Doğu Cephesi’ne kaydırdı. 10 Mart 1916’da atama emrini alan Mustafa Kemal, Edirne’den Diyarbakır’a kaydırılan 16. Kolordu’nun komutanı olarak, 15 Mart 1916’da Doğu Cephesinde göreve başladı. 7-8 ağustos 1916’da Muş ve Bitlis Ruslardan kurtarıldı. Yıl sonuna kadar Ruslarla savaşa devam edildi.
1917 yılında Rusya’da iç karışıklıklar başladı ve Bolşevikler devrimle yönetime el koydu. Yıl boyunca Rus birlikleri işgal ettikleri topraklardan çekildiler. 18 Aralık 1917’de Ruslarla “Erzincan Mütarekesi” yapıldı. Mütarekeden sonra Rus kuvvetleri Doğu Anadolu’yu tamamen terk etti. 1917 kışı, hem Türkler hem de Ruslar için güç şartlarda geçti. Soğuk ve hastalıklar sebebiyle iki tarafta ağır kayıplar verdi.
3 Mart 1918’de Rusya ile Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan arasında “Brest Litovsk Antlaşması” yapılarak Kars, Ardahan ve Batum’un Osmanlı İmparatorluğu’na bırakılması sağlandı.
Brest Litovsk Barış Antlaşması’nın Osmanlı açısından önemi:
-1878 Berlin Barışı ile Ruslara verdiğimiz Kars Ardahan ve Batum’u geri aldık
-Rusların Kafkasları boşaltması ile Osmanlıya Kafkasya yolu açılmış oldu.
Devamını oku...

Çanakkale Savaşı

I. Dünya Savaşı’nda İtilaf devletleri (İngiltere-Fransa-Rusya) Çanakkale Boğazı’nı ele geçirerek Osmanlı Devleti’ni tarih sayfasından silebileceklerini düşünüyorlardı. Ancak müttefiklerden Rusya’nın Alman ve Avusturya ordularına karşı peş peşe aldığı yenilgiler İngiltere ve Fransa’yı oldukça rahatsız ediyordu. Avusturya’ya karşı Balkanlar üzerinden bir cephe açılmasını da çok istiyorlardı. Bütün bu nedenlerden dolayı İtilaf devletleri Çanakkale Boğazı’nı dönemin en kuvvetli savaş gemileriyle abluka altına aldılar.
Düşman kuvvetleri dönemin en gelişmiş savaş gemileri ile Kumkale ve Seddülbahir müstahkem mevkilerini 19 Şubat 1915’te ağır bir bombardımana tuttu. Bombardıman bir ay kadar sürdü. Bu bombardıman sonucunda Türk mevzilerinin tamamen sustuğunu zanneden düşman gemileri Çanakkale Boğazı’ndan artık rahatça geçebileceklerini düşündüler. Ancak bir gece önce Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlara çarpan dönemin en modern savaş gemileri, Türk topçusunun da aman vermez karşı koyuşu ile boğazın derin sularına gömüldü. (18 Mart 1915)
Bunun üzerine Çanakkale Boğazı’nı geçemeyeceğini anlayan düşman kuvvetleri, ilkönce Gelibolu Yarımadasını işgal edip buradan Boğaza hakim olmayı hedefledi. 25 Nisan 1915’te büyük bir çıkarma yapan on binlerce İngiliz ve Anzak askeri karaya çıkmaya başlamışlardı. Fransız ordusu da Kumkale’ye ayak basmıştı.
Osmanlı ordusu büyük destanlar yazarak kahramanca Çanakkale’yi savunmaya başladı. İngilizlerin giriştiği çevirme hareketi Anafartalar’da Mustafa Kemal’in yerinde müdahalesiyle önlendi. Mustafa Kemal, Arıburnu, Conkbayırı ve Kilitbahir’de de düşman kuvvetlerini büyük yenilgiye uğratmıştır.
Artık tam bir siper savaşına dönen tarihin bu en kanlı savaşı göğüs göğüse devam ederken Bulgaristan’da Almanya yanında savaşa girdi. Bulgarista’nın savaşa girmesi ile Dimetoka’yı kendi rızamız ile Bulgarlara verdik. Böylelikle tarihimizde ilk kez bir vatan toprağı kendi rızamız ile elimizden çıkmış oldu. Bulgaristan’ın savaşa girmesi ile Almanya ile Osmanlı Devleti arasında bir köprü kurulmuş oldu. Almanya’dan bir çok yardım malzemesi Osmanlı Devleti’ne gelmeye başlayınca zaten savaşı kaybettiğini iyice anlayan İngilizlerde tamamen pes etti. İtilaf Devletleri 9 Ocak 1916’ta son birliklerini de alarak Çanakkale Boğazını terk etti.
İtilaf devletlerinin Çanakkale Savaşı’nı kaybetmesinin hemen ardından Çarlık Rusya’sında Bolşevik ihtilali oldu.
Devamını oku...

Trablusgarp Savaşı

Trablusgarp Savaşı (1911-1912)
Sanayi Devrimi’ni ilk gerçekleştiren ülke olan İngiltere, kendisine hammadde ve Pazar bulmak amacı ile Akdeniz’e geçerek Güney Asya’ya (Hindistan’a) egemen oldu. İngiltere ilk olarak Hindistan’ın yolunu korumak amacıyla Kıbrıs’ı daha sonra da Mısır’ı aldı.
Fransa; Cezayir ve Tunus’u sömürge amacı ile ele geçirdi. 1870 yılında siyasi birliğini tamamlayan İtalya, sanayisini de geliştirerek kendisine sömürge arayışı içerisine girdi. Bütün bu gelişmelerin sonucunda, İngiltere ve Fransa’nın desteğini alan İtalya Trablusgarp’a girdi. İtalyanların Trablusgarp’a saldırması sömürge arayışı içerisinde olmalarından kaynaklanıyordu.
İtalya’nın Trablusgarp’ı işgalini kolaylaştıran en büyük sebep İngiltere, Fransa ve Rusya’nın İtalya’ya saldırmayacaklarına dair güvence vermesiydi.
Bütün bu gelişmeler devam ederken Osmanlı Devleti bölgeye ordu ve donanma gönderemedi. Sadece, Mustafa Kemal ve Enver Paşa gibi vatan sever bazı subaylar sivil kıyafetler içerisinde Trablusgarp’a geçtiler.
Mustafa Kemal, Enver Paşa ve arkadaşları halkı ve askerleri teşkilatlandırmayı başararak, Derne, Tobruk ve Bingazi’yi kurtardılar. İtalya, Trablusgarp’ı işgalinde başarılı olamayınca Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için On İki Adayı işgal etti. Bu arada Osmanlı Devleti’nin güçsüz durumunu fırsat bilen Balkan devletlerinin Osmanlıya savaş açması üzerine Osmanlı Devleti İtalya’ya barış önerdi ve Uşi Antlaşması imzalandı.(1912)
Bu antlaşmaya göre Osmanlı Devleti Kuzey Afrika’daki son vatan toprağını da kaybederek Trablusgarp’ı İtalya’ya verdi. On İki Ada ise Balkan Savaşları bitene kadar İtalya’ya emanet edildi. Ancak İtalya, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti yenildiği için On İki Ada’yı geri vermedi. On İki Ada çok sonra Paris Antlaşması ile Yunanistan’a verildi.(1947)
Devamını oku...

İkinci Balkan Savaşı (1913)

İkinci Balkan Savaşı (1913)
I. Balkan Savaşında Balkan topraklarının büyük bir bölümünün Bulgaristan’ın eline geçmesi nedeniyle aralarında ittifak yapan Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Romanya Bulgaristan’a saldırdılar. Bu durumu fırsat bilen Osmanlı Devleti Bulgaristan’a savaş açtı.
Mustafa Kemal’in kurmay başkanı olduğu Bolayır Kolordusu, Bulgaristan’a taarruz ederek 15 Temmuz 1913’te Keşan’ı, 17 Temmuz’da Enez ve İpsala’yı, 18 Temmuz’da Uzunköprü’yü, 21 Temmuz günü de, Karaağaç ve Dimetoka’yı alarak Edirne’ye girdi. Bunun üzerine Bulgaristan barış istedi. 29 Eylül 1913’te İstanbul Antlaşması imzalandı.
Devamını oku...

Atatürk’ün Eserleri

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamı boyunca kaleme almış olduğu eserlerinin toplamı 14’tür. Atatürk bu eserlerinde Siyasal yaşama, sosyal ve kültürel hayata ve askerliğe yönelik bir çok konulara değinerek aslında başarı için izlenmesi gereken yolları anlatmış bulunmaktadır. Atatürk’ün en büyük eseri denince akla elbetteki ilk olarak kurduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti gelmektedir. Ancak bunun yanında yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir çok alanda tavsiye ve fikirleri ile yine en büyük yol göstericimiz olmaktadır.
Büyük önder Atatürk’ün yazmış olduğu bu eserleri başlıkları ile hatırlayacak olursak: “Nutuk (Büyük Söylev), Atatürk’ten Mektuplar, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Karlsbad Hatıraları, Geometri, Medeni Bilgiler, Bölüğün Muharebe Eğitimi, Takımın Muharebe Eğitimi, Taktik Tatbikat Gezisi, Taktik Meselelerin Çözümü ve Emirlerin Yazılmasına İlişkin Öğütler, Cumalı Ordugahı, Zabit ve Kumandan İle Hasbihal”dir.
Atatürk’ün Eserleri
Atatürk’ün Siyasal Yaşama Yönelik Eserleri
Büyük Söylev (Nutuk): Cumhuriyet’i pekiştiren, tarihi yorumlayan, “GENÇLİĞE ARMAĞAN” ile biten, kendi gerçekleştirdiği Devrimleri yorumlayan ve tarihe mal olmuş, tarihe ışık tutan bir belge niteliği taşımaktadır.
Atatürk’ten Mektuplar: Atatürk ile Afet İnan arasında 1935 ile 1938 yılları arasında yazılmış mektupları kapsamaktadır. Bu mektuplarda Atatürk en çok Hatay Meselesinden bahsetmektedir. Atatürk’ün son zamanlarında başbakan ve bakanlar ile yaptığı görüşmelerde Ekonomik kalkınma üzerine yapmış olduğu konuşmalar ile Türk Tarih Kurumu’nun çalışmaları ile ilgilendiği bilgilerine ulaşmaktayız.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri: Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi Platformlarında, mecliste, yurt genelinde yapmış olduğu gezilerde, gazeteciler ile bazı kişilere vermiş olduğu demeçler ile tüm konuşmaları kapsamaktadır. Toplam 5 cilttir.
Atatürk’ün Sosyal Ve Kültürel Alana Yönelik Eserleri
Atatürk’ün Hatıra Defteri: Atatürk, 1. Dünya Savaşı’nda Bitlis, Diyarbakır, Gelibolu ve Suriye cephelerinde bulunduğu esnada aynı zamanda yöre halkını da tanıma fırsatı bulması ile beraber, bu cephelerde savaşmak için gelen askerlerimiz hakkında da bilgi sahibi olmuştur. Askerlerimizin savaş meydanlarındaki kahramanlıklarına ve fedakarlıklarına şahit olmuştur. Bu bilgileri küçük bir hatıra defterine yazan Atatürk, bu defteri yaveri Şükrü Tezer’e vermiştir. Daha sonra bu bilgiler Şükrü Tezer tarafından savaşa ait hatıra ve yazıları ile beraber yayımlanmıştır. Oldukça ilginç hatıralarla doludur.
Arıburnu Muharebeleri Raporu: Harp Tarihi Dairesi’nin isteği üzerine Atatürk tarafından yazılmıştır. Atatürk o yıllarda 1. Dünya Savaşı’nda 2. Ordu Komutanlığı görevini yürütmektedir. Arıburnu Muharebeleri hakkında yazıları kapsar.
Karlsbad Hatıraları: Atatürk’ün siyasi, askeri ve sosyal meseleler üzerinde fikirlerini beyan ettiği ve okumuş olduğu kitaplardan yapmış olduğu aktarmaları kapsamaktadır. Mustafa Kemal’in Karlsbad’da “Geçen Günlerim” başlığı altında altı deftere yazdığı hatıralardır.
Geometri: 44 sayfalık küçük bir kitaptır. Bu kitap 1936-1937 yılları arasında Dolmabahçe Sarayı’nda kendi el yazısı ile yazmış olduğu bir kitaptır. 3. Türk Kurultayı’ndan hemen sonra yazılan bu kitapta, yüzey, düzey, uzay, boyut, çap, yay, kesit, çember, teğet, taban, açı, açıortay, yatay, düşey, dikey, dörtgen, üçgen, eşkenar, ikizkenar, artı, eksi, yamuk, bölü, eşit, çarpı, toplam, oran, orantı, türev, alan, gerekçe, varsayım gibi terimler Atatürk tarafından türetilmiştir.
Medeni Bilgiler: Vatandaşların devlet ile olan ilişkileri ile hakları hakkında yazılmış olan ve Afet İnan tarafından aktarılan “Medeni Bilgiler” kitabında toplanmıştır. Bu kitapta millet, hakimiyet, devlet, hürriyet, ferdi haklar, ferdi hürriyetler ile hak ve görevlerden sıklıkla bahsedilmekte ve bu kavramlar üzerinde sıklıkla durulmaktadır. Afet İnan bu kitapta Atatürkün çalışmaları ve fikirlerini yayınlarken O’nun el yazılarını da birer belge olarak koymak istediğini belirtmektedir.
Atatürk’ün Askerliğe Yönelik Eserleri
Bölüğün Muharebe Eğitimi: Mustafa Kemal’in tercüme ettiği küçük birlik komutanlarının sevk ve idare bilgilerinin arttırılmasının amaçlandığı bu bilgiler “Meskun yerlerde muharebe” “Savunma” ve “Taarruz” konularını kapsamaktadır.
Takımın Muharebe Eğitimi: General Lıtzmann’ın ‘Sefer Memevcudunda takım, bölük ve taburun muharebe talimleri’ adlı eserin ilk bölümlerini oluşturmakta olup, Selanik’te 3. Ordu Karargahında görevli olan Kurmay Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından tercüme edilmiştir. Kitabın içeriği, değişik hava şartlarında basit bir mesele içinde muharabe yöntemlerinin uygulanması ile avcı hattı teşkili ve avcı hattının ateş muharebesi ile ilgili konuları oluşturmaktadır.
Taktik Tatbikat Gezisi: Mustafa Kemal bu eserini 1911 yılında 5. Kolordu Harekat Şube Müdürü iken yazmıştır. Subayların arazide yetiştirilmesini hedefleyen tatbikatların önemini vurgulayan bu eserde, Kırmızı ve Mavi rollerdeki muharebe birliklerinin Selanik - Kılkış arasında yapmış oldukları savunma ve taarruz uygulamalarının değerlendirmesini yapmıştır.
Taktik Meselelerin Çözümü Ve Emirlerin Yazılmasına İlişkin Öğütler: Atatürk Çanakkale Muharebelerinden elde ettiği başarıları ve tecrübelerini, ‘Taktik Meselelerin Çözümü’ ve ‘Emirlerin Yazılması’ ile ilgili hususları yedi sayfalık bu eserinde toplamıştır. 1915 yılında yazdığı bu eserinin, 16. Kolordu Komutanı olarak bütün subaylarca okunmasını emretmiştir.
Cumali Ordugahı: Mustafa Kemal, Cumali Ordugahı’nda 3. Süvari Tümeni’nin manevralarına katılarak “Cumali Ordugahı” adlı eserini yazmıştır. Mustafa Kemal, tatbikat ve manevralardan sadece katılanların yararlanmasının yeterli olamayacağı kanaatindeydi. İşte bu yüzden 10 gün süren bu tatbikatta tuttuğu notları bu eserinde ayrıntılı olarak ele almıştır.
Zabit Ve Kumandan İle Hasbıhal: Mustafa Kemal, Sofya’da Ataşe militer iken 1914 Mayıs ayında bu eserini yazmıştır. Mustafa Kemal bu kitabında, Nuri Conker ile takip ettikleri manevralardaki kumandan ve zabitlerin durumlarını ve bilgisizliklerini acıklı bir surette tasvir etmiştir. Atatürk’ün en çok üzerinde durduğu bölüm ise “İnisiyatif” başlığı altındaki yazılardır. İnisiyatif kelimesini “kendiliğinden hareket ve iş görme” olarak tarif etmiş ve anlatmıştır. Bu kitap o tarihlerde Mustafa Kemal’in düşünce yapısını en iyi şekilde ortaya koyan bir eseridir.
Devamını oku...

Amasya Genelgesi

Amasya Genelgesi (21-22 Haziran 1919)
Amasya Genelgesi’nin ulusal egemenliğe dayanan, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi olması nedeniyle de Türk tarihinde ayrı bir yeri ve önemi vardır.
M. Kemal Paşa çalışmaların bir program şekline getirilmesi gereğini görerek Rauf Bey ile Ali Fuat Paşa’yı Amasya’ya davet etti. Refet Bey ise daha önce geldi. Rauf Bey ile Ali Fuat Paşa 19 Haziran’da Amasya’ya geldiler. Amasya’da buluşan dört subay, M. Kemal Paşa tarafından 18 Haziran’da hazırlanmış, hatta Trakya’ya bildirilmiş bulunan metin üzerinde çalıştılar. Refet Bey imzalamakta biraz duraksama gösterdiyse de Ali Fuat Paşa’nın kendisini ikna etmesi üzerine imzaladı. Böylece bu dört subayın imzası ve Konya’da bulunan Ordu Müfettişi Cemal Paşa ile Erzurum’da Kazım Karabekir Paşa’nın da onaylamasından sonra bu genelge 21-22 Haziran 1919 tarihinde ilgililere duyuruldu. Yeni Türk Devleti’nin kuruluşu yolunda ilk önemli adım olan ve Ali Fuat Paşa’nın “Kutsal İttifak” dediği bu genelgenin başlıca noktaları şöyleydi:
Amasya Genelgesi’nin Esasları
1- Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
2- İstanbul’daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
3- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.
4- Ulusun durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.
5- Anadolu’nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas’ta ulusal bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır.
6- Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7- Herhangi bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.
8- Doğu illeri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. O güne kadar öteki il delegeleri de Sivas’a ulaşabilirlerse, Erzurum Kongresi’nin üyeleri de Sivas genel kongresine katılmak üzere Sivas’a hareket edeceklerdir.
Amasya Genelgesi Türk Ulusu’nu, ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik savaşına çağıran bir ulusal uyanış alarmı idi. Türk Ulusu’nun bu çağrıya uymasının gerekçesi ve kurtuluş için uygulanacak programı ve amacı belirleyen bir bildiriydi. İlk bakışta dört subayın başkaldırması şeklinde görülen bu genelge, içerdiği hükümler yönünden gerçek bir savaşın, yani “Ulusal Mücadele”nin fikrini ortaya koyuyordu. Vatanın bütünlüğünün tehlikede olduğu ve ulusun yok kabul edildiği belirtiliyor, bu durum karşısında ise ulusun bağımsızlığının yine ulusun azim ve kararı ile kurtulacağı açıklanıyordu. Ancak ulusun iradesinin ortaya çıkarılabilmesi için bir “Ulusal” kurulun varlığının gerektiği, bunun için de Anadolu’nun en güvenli yeri olan Sivas’ta ulusal bir kongrenin en kısa zamanda toplanması ve bunun ulusal bir sır gibi saklanması isteniyordu. Bu bakımdan Amasya Genelgesi bir devrim bildirgesi idi. Her ne kadar Padişah doğrudan hedef alınmamış ise de, Anadolu’da M. Kemal Paşa’nın liderliğinde oluşan ve örgütlenen ulusal irade, yüz yılların dini ve geleneksel Osmanlı iradesini yıkıyordu. Bir yandan düşman işgaline karşı başlayan bu örgütleniş, diğer yönden ulusal egemenliği sağlamak için Padişah ve onun temsil ettiği değerlere karşı da yapılıyordu. Bu nedenle “Ulusal Bağımsızlık” ve “Ulusal Egemenlik” iç içe birbiriyle bütünleşmiş bir şekilde başlıyordu.
Amasya Genelgesi Anadolu’daki bütün sivil ve askeri makamlara bildirildi. Bundan ayrı olarak M. Kemal Paşa İstanbul’da bulunan bazı önemli kişilere bu bildiri ile birlikte birer mektup yollayarak, yalnız mitingler ve gösterilerle büyük amaçların gerçekleştirilemeyeceğini, ancak ulusun bağrından doğan güce dayanılırsa kurtuluşun sağlanabileceğini, zararlı propagandaların durdurulması gerektiğini ve artık “İstanbul Anadolu’ya egemen değil, bağlı olmak zorunda” olduğunu belirtti.
Amasya Genelgesi’nin gizli tutulması istenmekle beraber, bunun gizli kalması mümkün değildi. Ülkenin her yerinde Sivas’ta yapılacak kongreye gönderilecek üyeler seçilmeye başlandı. Anadolu’daki bu gelişmeler işgal kuvvetlerini endişeye düşürdü. İstanbul Hükümeti’ne baskı yaparak M. Kemal Paşa’nın İstanbul’a getirilmesini istediler. Zaten Padişah ve Hükümet de bu gelişmelerden hoşnut değildi. 22 Haziran 1919’da Hükümet M. Kemal’in görevinden azli için karar çıkarttı ve 23 Haziran’da bu kararı bütün vilayetlere bildirdi. İstanbul Hükümeti M. Kemal Paşa’nın görevinden alındığını bildirip, emirlerinin dinlenmemesini isterken Harbiye Nezareti de O’nun yerine Üçüncü Ordu Müfettişliği’ne Kazım Karabekir Paşa’yı atamaya çalıştı, fakat Karabekir bunu kabul etmedi. M. Kemal Paşa bu sırada Amasya’dan ayrılmış bulunuyordu. İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey’in bu girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. M. Kemal Paşa’nın emirleri uygulanıyor, İstanbul ise çaresiz kalıyordu.
Kısaca Amasya Genelgesini Önemli Kılan Nedenler
-İlk defa kurtuluş savaşının mücadele safhası başlamıştır.
-İlk defa kurtuluş savaşının gerekçesi, yöntemi ve amacı belirtilmiştir.
-İlk defa millet egemenliğine dayanan yönetimden bahsedilmiştir.
-İlk defa milli bir kurulun oluşturulmasından bahsedilmiştir.
-İlk defa İstanbul hükümetinin görevini yerine getiremediğinden bahsedilmiştir.
Kısaca Amasya Genelgesi’nin Etkileri ve Sonuçları
1-Genelge ile yurtta büyük bir sevinç başlamış ve Havza Genelgesi ile istenilen gösteri ve mitinglerin yapılması hız kazanmıştır.
2-Anadolu’nun her tarafında milli nitelikli Sivas Kongresi için delege seçimi başlamış ve seçilen delegeler, büyük gizlilik içinde Sivas’a hareket etmiştir. Bu durum; genelgeye Türk milletinin olumlu baktığının bir işaretidir.
3-İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal’i tutuklaması için 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya özel ve gizli bir görev verecektir.
4-Mustafa Kemal görevden alındığını öğrendikten sonra, resmi görevi ve askerlik görevinden de istifa ettiğini açıklamıştır.
Amasya Tamimi’nin İmzalandığı Yer
Saraydüzü Kışlası’nda (Kışlay-ı Hümayun) yapılmıştır. Mutasarrıf Mehmet Kemal Bey’in önderliğinde, Osmanlı şehzadelerinin eski sarayı yerine “Kışlay-ı Hümayun” veya diğer bir ismi ile “Saraydüzü Kışlası” 1900 yılında yaptırılmıştır. 1919 yılında 5. Kafkas Fırkası’nın karargâhı olan kışla, 12 Haziran 1919’da Amasya’ya gelen Mustafa Kemal Paşa ve beraberindeki askerî erkanın ikâmet yeri olmuştur. Milli mücadelenin o zor günlerinde çok önemli kararlar alınıp görüşmeler yapılmıştır. 21-22 Haziran 1919 gecesi, sabaha kadar devam eden müzakereler sonunda kararlaştırılan ve 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ile birlikte eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey tarafından imzalanan Amasya Tamimi’nin bütün dünyaya duyurulduğu yer olması bakımından yakın tarihimizde önemli bir mekân durumuna gelmiştir.
Devamını oku...

Erzurum Kongresi

(23 Temmuz-7 Ağustos 1919) Erzurum Kongresi
Anadolu’da milli mücadele birliğinin kurulmasının ikinci adımı Erzurum Kongresi ile atıldı. Amasya Genelgesi’nden sonra İstanbul ve askerlikle ilişkisi kesilen Mustafa Kemal’e, Kazım Karabekir başta olmak üzere Anadolu’daki komutanlar ve mülki amirlerin büyük çoğunluğu verdikleri desteği sürdürmeye devam ettiler.
Amasya Genelgesi’nde yer aldığı gibi, Mustafa Kemal milli bir kongre toplayarak, milli mücadele ile ilgili tüm faaliyetleri birleştirmeyi planlıyordu. Kazım Karabekir Paşa, milli bir kongreden önce doğu illeri için bölgesel bir kongre toplanmasının faydalı olacağı görüşünü dile getiriyordu. Mustafa Kemal, bölgesel bir kongreye karşı olmasına rağmen, Kazım Karabekir ve Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ısrarları karşısında bir kongre toplanmasını ve kongreye katılmayı kabul etti.
Mustafa Kemal’in davetli olarak katıldığı bu kongrede asil üye olabilmesi için, Erzurum delegesi Cevat Dursunoğlu istifa ederek, kendi yerine Mustafa Kemal’in seçilmesini sağladı. İlk gün, Mustafa Kemal kongre başkanlığına seçildi. Milli bir hal alan Erzurum Kongresi’nde, genel değerlendirmeler yapıldı ve doğu illerinin durumu görüşüldü. Milli mücadelenin temelleri açısından oldukça önemli kararlar alındı.


Erzurum Kongresi Kararları (Maddeleri) Önemi ve Sonuçları

Erzurum Kongresi, Kararları (Maddeleri), Önemi ve Sonuçları
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da Kazım Karabekir Paşa’yla buluştuktan sonra Müdafaa-i Hukuk üyeleri ile toplantı yaparak daha önce başlayan kongre hazırlıklarına katıldı. Ermenilerin saldırıya geçecekleri haberi üzerine, Erzurum halkı “Vilâyet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Millîye” adında bir cemiyeti 17 Haziran 1919’da açmışlardı. Kongrenin daha geniş bir teşkilata kavuşması için, illere bir genelge gönderilerek temsilciler istenmişti. Kongrenin 10 Temmuz 1919’da toplanması gerekiyordu. Fakat bazı il delegelerinin çeşitli nedenlerle gelememesi üzerine kongre 23 Temmuz’a ertelendi.
3 Temmuz’da Erzurum’a gelen Mustafa Kemal, 7 Temmuz’a kadar müfettişlik görevine devam etti. 7-8 Temmuz gecesi saray tarafından telgrafla çağrılarak İstanbul’a dönmesi istendi. Mustafa Kemal, reddedince; “O halde resmi göreviniz sona ermiştir” denildi. Bunun üzerine 8 Temmuz gecesi, Harbiye Nezareti’ne, müfettişlik görevi ile birlikte askerlikten de istifa ettiğini bildirdi. Bu kararını aynı gün ordu komutanlıklarına ve millete de duyurdu. Mustafa Kemal Paşa, bu tarihten itibaren artık resmi görev ve yetkilerinden ayrılmış olup, yalnız milletin vatan severliğinden kuvvet alarak görevine devam etti. Mustafa Kemal’e en büyük destek, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’dan geldi. “Ben ve kolordum, hepimiz emrindeyiz paşam” diyerek ona bağlılığını bildirdi. Bu destek, hem Mustafa Kemal’in, hem de Milli Mücadele’nin kaderini belirledi.
Erzurum Müdafaa-i Hukuk-u Millîye Cemiyeti, Mustafa Kemal Paşa’nın görevinden istifasına üzülmekle beraber, onun bir vatan evladı olarak aralarına katılmasından memnun oldu. Cemiyet onun kongre hazırlıklarını yapmak için kurulan beş kişilik heyetin başına getirdi. Delege seçimleri yapıldığı halde Erzurum’dan seçilen iki delege istifa ederek yerlerini Mustafa Kemal ve Rauf Bey’e bıraktılar. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın kongreye katılma işlemleri tamamlandı. 23 Temmuz 1919 Çarşamba günü, Erzurum Lisesi salonunda kongre açıldı. Kongre başkanlığına Mustafa Kemal seçildi. Kongreye; Erzurum, Trabzon, Sivas, Bitlis ve Van’dan 57 delege katıldı. Bunların dışında Elazığ, Diyarbakır ve Mardin’de de kongre için delege seçimleri yapılmış; bu delegeler valilerin engellemesi yüzünden kongreye katılamamışlardı.
Kongre Başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa, ilk gün genel durum hakkında bilgi verdikten sonra konuşmasını; “Mukadderata hakim milli iradenin ancak Anadolu’dan doğacağını, milli iradeye dayalı bir millet meclisi ile milli iradeden güç alacak bir hükümetin kurulmasının” ilk hedef olduğunu belirterek bitirdi.
Aynı gün Damat Ferit Paşa’da basın-yayın organlarına verdiği bir demeçte; kongreyi bir isyan olarak ilan etti. Ayrıca, kongre devam ederken 30 Temmuz 1919’da İngilizlerin baskısıyla Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı), Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanması için Kazım Karabekir Paşa’ya bir gizli şifre gönderdi.
Kazım Karabekir Paşa, bunu reddederek 1 Ağustos’ta verdiği cevapta; “Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanması vatan ve milletin yararına değildir ve yürürlükteki kanunlara aykırıdır. Uygunsuz sayılacak bir hali ve davranışı görülmeyen vatansever bir millet evladıdır” demişti.
Kongre, 14 gün sürdü. Sivas Kongresi’ne katılmak üzere, Dokuz kişilik Temsilciler Heyeti (Heyet-i Temsiliye) seçildi. Başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirildi. 7 Ağustos 1919’da çalışmalarını tamamlayarak dağılan Erzurum Kongresi’nde şu kararlar alındı:
1-Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür, bölünemez.
2-Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin iş yapamaz duruma gelmesi halinde, millet hep birlikte kendini savunacak ve direnecektir.
3-Vatanın bağımsızlığını merkezi hükümet sağlayamazsa, geçici bir hükümet kurulacak bu hükümetin üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, seçimi Temsil Heyeti yapacaktır.
4-Kuva-yı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır.
5-Azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengeyi bozacak imtiyazlar verilemez.
6-Manda ve himaye kabul edilemez.
7-Milli Meclis’in derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesi için çalışılacaktır.
8-Milli irade padişahı ve halifeyi kurtaracaktır.
Erzurum Kongresi’nde alınan bu kararlar, bütün memlekete bildirildi. Ayrıca İstanbul’daki işgal kuvvetleri temsilcilerine ve yabancı devlet temsilcileri ile birlikte, ABD Cumhurbaşkanı Wilson’a da gönderildi. Kongre dağıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa, Temsil Heyeti Başkanı unvanıyla Doğu’daki çalışmalarını tamamlayıp Sivas’a hareket etti.
Erzurum Kongresi’nin Önemi ve Sonuçları
Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşanan göç, bölgenin bütünlüğü gibi sorunları görüşmek amacıyla toplanmıştır. Bu kongre bölgesel olmakla birlikte, alınan kararlar bütün yurdu ilgilendirdiği için milli bir program niteliğindedir. Doğu Anadolu ile birlikte bütün vatanın bağımsızlığının savunulması kararının alındığı bu kongrede:
1-Doğu’da ki altı vilayetin (Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır, Sivas) Osmanlı Devleti’nin ayrılmaz bir parçası olduğu, milli iradenin hakim kılınması gerektiği bildirilmiştir.
2-Milli kuvvetlere dayanarak, vatanın bütünlüğü, bu arada Saltanat ve Hilafetin de korunacağı belirtilmiştir. Ermeni ve Rumların arazi işgalini bölücülük sayarak bunlara karşı konulacağı, Hristiyanlara yeni imtiyazlar verilmeyeceği vurgulanmıştır. İstanbul Hükümeti’nin Anlaşma Devletleri’nin baskısı ile milli menfaatlere aykırı ödünler vermesine karşı gelinmiş ve bir devletin güdümüne girmek demek olan manda ve himayenin reddedildiği açıklanmıştır.
3-Dünya milletlerinin kendi geleceklerine bizzat kendilerinin karar verdiği bir zamanda, İstanbul Hükümeti’nin de milli iradeye dayanması gerektiği belirtilmiştir. Dağıtılan Mebusan Meclisi’nin toplanması, milletin ve memleketin geleceğini tayin edecek her kararın, bu milli meclis tarafından alınması istenmiştir.
Böylece Erzurum Kongresi bir çeşit yasama; Temsil Heyeti ise onun yürütme organı şeklini almıştır. Bu tarihi kararlar neticesinde milli egemenliğe dayalı, bağımsız yeni bir Türk Devleti’nin kurulmaya başlandığı ortaya çıkmaktadır.
Erzurum Kongresi’nin kararları tüm yurtta büyük bir sevinç yaratmış ve bağımsız yaşama azmini kuvvetlendirmiştir. Ayrıca bu kongre, kendisinden sonra oluşacak bütün mücadeleye öncü olmuştur.
Erzurum Kongresi, İstanbul Hükümeti ve işgalci güçler tarafından hiç de iyi karşılanmamıştır. Hükümetin başı olan Damat Ferit Paşa, kongrenin başlamasına bir gün kala bunun anayasaya aykırı olduğunu ilan ederken, işgalcilere de mütarekenin tam olarak uygulanacağını ifade etmiştir.
Devamını oku...

Sivas Kongresi ve Önemi (4-11 Eylül 1919)

Sivas Kongresi ve Önemi (4-11 Eylül 1919)
Mustafa Kemal, 29 Ağustos’ta Erzurum’dan ayrılarak 2 Eylül 1919’da Sivas’a geldi. Sivas’a gelişindeki coşkulu karşılama, Milli Mücadele’nin halka dayandığını göstermesi yönünden önemlidir.
Kongre öncesinde, Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri, kongrenin toplanmasını önlemek için çeşitli girişimlerde bulundular. Elazığ Valisi Ali Galip’in kongreyi basıp Mustafa Kemal’i tutuklayacağı konusunda söylentiler yayıp Sivas Valisine gözdağı vermek istediler. Ancak kongrenin toplanmasına engel olamadılar.
4 Eylül 1919 günü toplanan Sivas Kongresi’ne Erzurum Kongresi’nde seçilen beş temsil heyeti üyesi ile on bir ilden gelen otuz sekiz temsilci katılmıştır. Kongrenin ilk günü, Mustafa Kemal’in kongre başkanlığına getirilmemesi için bazı temsilciler çeşitli engellemelerde bulundularsa da yapılan gizli oylama sonucunda başkanlığa Mustafa Kemal seçildi.
Kongrede Erzurum Kongresi kararları aynen kabul edildi. Anadolu ve Rumeli’de kurulmuş olan bütün müdafaa-i hukuk cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında tek bir cemiyet haline getirildi. Bundaki amaç, Milli Mücadele’yi tek elden yönetmek ve ülkeyi düşman işgalinden bir an önce kurtarmaktı.
Kongrede tartışılan en önemli konu, güçlü bir devletin mandasına sığınmak isteği olmuştur. Manda, devletler hukukunda, kendisini yönetemeyen bir ülkeyi yönetmek üzere Milletler Cemiyeti’nin bir devlete o ülkeyi yönetme yetkisi vermesi anlamına gelir. ABD Başkanı Wilson, yayımladığı ilkeleri ile, savaşın sonunda, galip devletlerin, yenilgiye uğrayan devletlerden toprak talebinde bulunmayacaklarını ifade etmiştir. Bu ilkeyi görünüşte çiğnemek istemeyen İtilaf Devletleri, bazı ulusların, savaştan sonra kurulmuş olan Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) tarafından yönetilmesini ileri sürdüler. Milletler Cemiyeti bu yönetme işini doğrudan kendisi yapamayacağından, büyük bir devleti bu işi yapmakla görevlendirecekti.
Kongreye katılan üyelerden bazıları, mandanın kabulünü ve ABD’nin mandater devlet seçilmesini istemekteydiler. Kuvay-ı Milliye hareketinin ise kuruluş gerekçesine ve amacına uygun olmayan bu tutumu kabul etmesi mümkün değildi.
Kongrede seçilen Temsil Heyeti, vatanın bütününü temsil etmek yetkisine sahip kılındı. Milletçe savunma ve direnme esası kabul edildi. Vatanın herhangi bir parçası İstanbul Hükümeti tarafından korunamadığı zaman geçici bir hükümet kurularak idarenin millet adına ele alınacağı kararlaştırıldı. Misak-ı Milli esasları belirlenerek İstanbul Hükümetinden Mebusan Meclisinin bir an önce toplanmasını sağlaması istendi.
Kongrede, Temsil Heyeti başkanlığına Mustafa Kemal seçildi. Temsil Heyeti, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile kurtuluş mücadelesini yürütecek, Mebuslar Meclisinin bir an önce toplanması için çalışacaktı.
Sivas Kongresi’nin Önemi
Sivas Kongresi, Anadolu’da TBMM’nin kuruluşunu hazırlayan gelişmeleri hızlandıran bir kongre olması yönüyle önem taşımaktadır. Kongre, Ali Fuat (Cebesoy) Paşayı, Batı Anadolu Kuvay-ı Milliye Komutanlığına tayin etmekle, aynı zamanda yürütme yetkisine sahip olduğunu gösterdi. Ayrıca, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın Osmanlı hükümetince kabul edilmiş olan uygulama şeklini de reddetmiş ve yabancıların işgallerine karşı direneceğini ilan etmişti.
Sivas Kongresi, çalışmalarını ayrı ayrı sürdüren müdafaa-i hukuk cemiyetlerini  Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirdi. Manda isteğini kesinlikle reddetti. İşgallere karşı çıkılması ve direnilmesi kararını aldı.
Mustafa Kemal, Sivas Kongresi’nden bir hafta sonra Sivas’a gelen Amerikalı General Harbord (Harbıd) la yaptığı konuşmada yeni Türk devleti kurmak arzusunu ve amacını; “Her şeye rağmen yurdumuzu kurtarmak, özgür ve uygar bir Türk Devleti kurmak, insan gibi yaşayabilmek için yapacağım bunu…” sözüyle belirtmişti.
Devamını oku...

Sivas Kongresi’nin Sonuçları

Maddeler halinde Sivas Kongresi’nin sonuçları.
Sivas Kongresi`nin Sonuçları
1-Erzurum Kongresinde alınan kararlar, Sivas’ta tüm ulusa maledildi.
2-Mustafa Kemal, Temsil Kurulu Başkanı seçildi ve ulusal lider oldu.
3-Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa etmek zorunda kaldı ve böylece siyasi bir zafer de kazanılmış oldu.
4-Batı Cephesi Komutanlığı’na Ali Fuat Paşa getirildi.
4-11 Eylül 1919 tarihinde toplanan Sivas Kongresi, Anadolu`da, Türkiye Büyük Millet Meclisi`nin kuruluşunu hazırlayan gelişmeleri hızlandıran bir kongre olması yönünden oldukça önemlidir.
Devamını oku...

Sivas Kongresi’nde Alınan Kararlar

Maddeler halinde Sivas Kongresi’nde alınan kararlar (4-11 Eylül 1919)
Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanamaz.
Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir.
İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
Kuvay-ı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır.
Manda ve himaye kabul olunamaz.
Milli iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan’ın derhal toplanması mecburidir.
Aynı gaye ile, milli vicdandan doğan cemiyetler, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında genel bir teşkilat olarak birleştirilmiştir.
Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından “Temsil Heyeti” seçilmiştir.
Devamını oku...

Sivas Kongresi

Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919)
Amasya Genelgesi’nde Sivas Kongresi, milli bir kongre olarak öngörülmüştü. Erzurum Kongresi’nin sona ermesinden sonra kongre ile ilgili çalışmalar yapılıyordu. Bu arada, kongrenin yapılacağını haber alan Fransızlar, kongreye karşı  bazı önlemler alıyordu. Fransız Binbaşı Brunot, kongrenin toplanması halinde Sivas Valisi Reşit Paşa’ya şehrin işgal edileceğini söylemişti. Hatta, Elazığ Valisi Ali Galip, yapılacak kongreyi basmakla görevlendirilmişti. Tüm engellemelere rağmen, kongre 4 Eylül 1919’da bugün lise olarak kullanılan binada saat 15:00’de toplandı.
Mustafa Kemal’in Kongre başkanlığına seçilmesine bazı üyelerden itirazlar geldi. Ancak yapılan seçim sonrası kongre başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirildi. Kongre ilk günlerinde, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişkisi olup olmadığını tartıştı. Daha sonra manda sorunu gündeme geldi. Sivas Kongresi, ilk milli kongre niteliğinde olduğu için kararlar da bu doğrultuda alınmıştır. Erzurum Kongresi’nde alınan kararların tamamı kabul edilmiştir. Yurtta bölgesel olarak çalışan tüm cemiyetlerin birleştirilmesi ve tek yönetim altına alınması sağlandı. Yeni bir “Temsil Heyeti” oluşturuldu ve bu heyetin başına Mustafa Kemal getirildi.

Sivas Kongresinde Alınan Kararlar
Sivas Kongresinin Sonuçları
Sivas Kongresi ve Önemi
Devamını oku...

Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun

Etiketler: | 0 yorum
Kanun Numarası: 5816
Kabul Tarihi: 25.07.1951
Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 31.07.1951
Yayımlandığı Resmi Gazete Sayısı: 7872
Madde 1– Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
Yukarda ki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.
Madde 2- Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde artırılır.
Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.
Madde 3- Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re`sen takibat yapılır.
Madde 4- Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 5- Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür.
Devamını oku...

Cumhuriyetçilik ilkesi

Atatürk’ün gerçekleştirdiği bütün ilke ve inkılaplar Milletimizin çağdaş ve ileriye dönük bir çizgide ilerlemesi manasını taşır. Cumhuriyetçilik ilkesi en basit ve anlaşılır manasıyla halkın kendi kendisini yönetmesidir. Yani bir ülke sınırları içerisinde bulunan halkın, kendi huzur ve güvenini sağlayacağına inandığı kişileri seçme özgürlüğüdür. Dolayısıyla seçme ve seçilme hakkının verildiği demokratik bir rejim sistemidir cumhuriyet. Bu rejim sisteminde, insanlar arasındaki kuralların işlerliğinin sağlanması hukuk kuralları ile gerçekleşir.
Anayasaya dayalı olan hukuk kuralları, hiç bir zümreye, hiç bir topluluğa veya kişi yada kişilere ayrıcalık tanımaz. Bu yüzden devletin yönettiği kişilere, kişilerinde devlete karşı olan sorumlulukları yine hukuk kuralları ile belirlenir ve korunur. İşte Atatürk’ün Cumhuriyetçilik ilkesi tamamıyla devlet ve vatandaşların iç içe olduğu, halkın yine kendisinin seçtiği kişilerce yönetime katılmasının sağlanması manasını taşır.
Atatürk’ün cumhuriyetçilik ilkesi, yeni Türk Devleti’nin en temel özelliklerinden birisi olup, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusunun söylediği şu söz cumhuriyetçiliğin anlamını en iyi şekilde ifade etmektedir “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”.
Devamını oku...

Milliyetçilik ilkesi

Sadece milliyetçilik kavramı, anlam ve içerik bakımından bir çok manada değerlendirilebilir.
Dünyada bir çok savaşların, özelliklede birinci dünya savaşının çıkış sebebi olarak bir çok milliyetçi akımların sebep olduğu görülmektedir. Bu tip milliyetçi akımlar bu yüzyıl içerisinde bile maalesef kendisini  gösterebilmektedir. Bu milliyetçi akımlar asla Atatürk milliyetçiliği ile karıştırılmamalıdır.
Atatürk ilkelerinden milliyetçilik ilkesinin ne manaya geldiğini inceleyelim.
Atatürk milliyetçiliği anlam bakımından tamamen, Türk vatanını ve milletini sevmek ve sahip çıkmakla beraber, diğer ulusların da bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı göstermek demektir.
Atatürk bu duygu ile ulus kavramına oldukça önem vermiştir.O’na göre ulus; “Dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların meydana getirdiği sosyal ve siyasal bir topluluktur.”
Atatürk milliyetçiliğinde  ulus olmayı başaran milletlerin parçalanmasının oldukça güç olduğu anlatılmak istenmiştir. Ulusal kişilik ve benlik duygusu Atatürk milliyetçiliğinin ta kendisidir. Elde edilen başarılar tamamen ulusa mal edilmiş ve böylece ulus kavramı geliştirilmiştir.
Atatürk milliyetçiliği çok büyük bir hoşgörüyü de içinde barındırır. Sadece kendi ulusal varlığı ve birliğini değil diğer uluslarında varlığının ve birliğinin devamını arzu eder.
İşte bu yüzden Atatürk milliyetçiliği anlaşıldığı üzere, aynı vatan toprakları üzerinde yaşayan insanların birbirlerini sevmesi ve vatanına sahip çıkmasıdır. Her türlü iç ve dış tehlikelere karşı uyanık ve birlik içerisinde bulunduğumuz anda, Atatürk milliyetçiliği ilkesinin tam manasıyla anlaşıldığı ve hedefine ulaşmış olduğu görülecektir.
“Yurtta barış dünyada barış” diyen ulu önder Atatürk, bu sözleriyle barışın en büyük temsilcisi olduğunu da gözler önüne sermektedir.
Devamını oku...